 
	Aysel Ayşe Aygün Özer
Osmanlı ve Atatürk: Bir sonun ve bir başlangıcın hikâyesi
Osmanlı Devleti, altı yüzyıllık bir imparatorluktu.
Kökeninde disiplin, adalet ve fetihle büyüyen bir güç vardı.
Yüzyıllar boyunca üç kıtada hüküm sürdü; bilimi, sanatı, mimariyi dünyaya taşıdı.
Ancak zaman ilerledikçe dünya değişti, Osmanlı değişemedi.
Toplum, üretmek yerine tüketmeye başladı; bilim yerini dogmaya, ilerleme yerini alışkanlığa bıraktı.
Bir imparatorluk, kendi ağırlığı altında ezildi.
İşte o çöküşün ortasında bir asker çıktı: Mustafa Kemal.
O, Osmanlı’nın yetiştirdiği son büyük evlattı ama gözünü geleceğe dikmişti.
Osmanlı’nın hatalarından ders aldı, aynı kaderi tekrar etmemek için rotayı değiştirdi.
Bir imparatorluktan, halk egemenliğine uzanan çizgiyi çekti.
Kılıçla değil, akılla; saltanatla değil, Cumhuriyet’le mücadele etti.
Osmanlı, “kul” düzeniydi, Atatürk, “yurttaş” dedi.
Osmanlı’da söz sultanın ağzındaydı Atatürk’te söz milletin kalbinde.
Osmanlı gücünü geçmişten aldı Atatürk gücünü gelecekten aldı
Atatürk, Osmanlı’yı inkâr etmedi; onun mirasını yeniden şekillendirdi.
Yıkıntılar arasından bir ulus yarattı, “esir millet”ten “özgür insan” çıkardı.
O, geçmişi silmeye değil, onu aşmaya çalıştı.
Çünkü biliyordu ki bir millet, köksüz büyüyemez.
Ama kökler, dalların gökyüzüne ulaşmasına engel de olmamalıdır.
Osmanlı, bir dönemin gururuydu.
Atatürk, yeni bir dönemin umudu oldu.
Biri bir devrin son cümlesini yazdı, diğeri yeni bir sayfa açtı.
Ve tarih, o iki gerçeği birleştirip tek bir sonuç yazdı:
Bir millet, ancak yenilgiyle değil, yenilenmeyle var olur.
Atatürk, o yenilenmenin adıdır.
Osmanlı’nın son nefesinden doğan ilk özgür Türk’ün adı.
Bir imparatorluktan bir cumhuriyete uzanan bu yol, sadece tarih değil; bir milletin bilinç yürüyüşüdür.
 
					 
					 
					 
					 
				 
				 
				 
				
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.