Doğduğumuz günden itibaren hayat denilen mücadeleyi vermeye başlıyoruz hepimiz. Doğduğunuz ev kaderinizdir sözüne inat çabaladı birçoğumuz, doğduğu evdeki kaderden sıyrılmak için.
Kimimiz çalıştı, kimimiz okudu, kimimiz ise hem okuyup hem çalıştı sıyrılma mücadelesinde. Ben hem okuyup hem çalışan kısımda oldum hep. Doğduğum ev kaderim olmadı hiçbir zaman. İlkokul mezunu anne-babanın yüksek lisans mezunu evladı olmak için çok alın teri döktüm.
Şimdi ise tüm çabam çocuğumun doğduğu evin kaderi olmaması için. Dünya vatandaşı olması tek temennim. Dünyanın her yerinde konuşabileceği dili öğrenmesi, dünyanın her yerinde geçerli bir mesleği olması. Ama her şeyden önce iyi insan olması. Kim istemez ki vatanına milletine hayırlı, vicdanlı, merhametli bir evlat yetiştirmeyi?
Bu hafta ailemiz için gerçekten hayatın çetrefilli sokaklarında yolumuzu bulmaya çalıştığımız bir hafta oldu. Çocuğumun üniversite tercih haftasının stresiyle nasıl baş edeceğimizi düşünürken, babamın zorlu bir ameliyat geçirmesi, çocuğumun sınıf arkadaşının elim bir kaza sonucu hayatını kaybetmesi, tayini çıkan kardeşimin ev bulma maratonu ve bütün bunlar yaşanırken kendi sağlığımın bozulması…
Hayat dediğin doğum ile ölüm arasına sığan bir tiyatro sahnesi değil mi sonuçta? Bir gün komedi, bir gün trajedi, bir gün müzikal değil mi oynadığımız roller? Rolümüzle bazen güldürür, bazen ağlatır bazen de eğlendiririz. Bazılarımız kötü performanslarımızla batırırız tiyatroyu, bazılarımız iyi performanslarımızla kaldırırız ödülleri havaya.
Önemli olan biçilen rolü hakkını vererek oynayıp perdeyi kapatmak. Daha da önemlisi boş salona oynamamak. Alkışlayanları, takdir edenleri, yalnız hissettirmeyenleri, sevenleri olmalı insanın. Olmalı ki, hayatın çetrefilli sokaklarına girdiğinde yolunu kaybetmeyecek gücü olsa da yolda yalnız başına yürümediğini bilsin.
Alkışlarınızın çok olması temennisiyle…
Sağlıcakla kalın…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.