Zafer Çam
Çocuklar kreşte ana sevgisinden uzak büyüyor.
Bugün çocuklar kreşe, yaşlılar huzur evlerine
Biz küçükken “ana” sıcak yuva demekti; Yaşlı ise evin başköşesi…
Bugün çocuklar kreşe, yaşlılar huzur evlerine gönderilmekte.
Yaşlılar çocuklarından, torunlarından, yakınlarından ayrı huzur bulmadıkları yerlerde ölüyor.
Bugün toplum olarak bu günlere geldik.
Çocuğunu sevemeyen, yaşlısına bakamayan nesiler ürettik.
Bundan elli yıl öncesinden evlerin kapısı kilitlenmezdi, çünkü güven dediğin şey demirle değil insanla sağlanırdı.
Akşam olunca herkes aynı sofrada toplanır, annenin pişirdiği yemeğe bir ömür yetecek hatıralar katılırdı.
Biz küçükken “ana” sadece anne demek değildi; evin sıcaklığı, düzeni, huzuru demekti.
Evde bir ışık yanıyorsa onun gölgesiydi, sofrada bir bereket varsa onun emeğiydi.
Bir tabak yemek, bir tas çorba bile annenin yüreğinden kopup gelirdi.
Bu yüzden biz doymayı sadece karınla değil, sevgiyle öğrendik.
Çorba kaynarken bile bir huzur kokusu yayılırdı eve. Biz o kokuyla büyüdük.
Annemiz sadece yemek yapan, ortalığı toparlayan bir kişi değildi; evin ruhuydu.
Yorulsa da belli etmez, üzülse de içinde tutar, çocuklarının başını okşarken dünyayı iyileştirirdi.
Bir “yavrum” derdi, bütün dertler erirdi. Ev dediğin şey işte o sesle sıcak olurdu.
Yaşlılar mı? Yaşlılarımız ise evin köşesinde değil, kalbin tam ortasında dururdu.
Bir baston sesi duyulunca herkes toparlanır, saygıyla yer açardı.
Nine bir minderin üzerine oturduğunda herkes toparlanır, dede konuştuğunda sessizlik saygıdan doğardı.
Biz hayatın büyük kısmını onların dizlerinin dibinde öğrendik. Bir cümleleri öğüttü, bir bakışları nasihatti.
Yaşlanmak utanılacak bir şey değil, aksine gururdu; çünkü bir ömürlük tecrübenin ağırlığını taşımaktı.
Biz onların dizinin dibinde büyürken hem terbiyeyi hem insafı hem de hayatın ne olduğunu öğrendik.
Komşuluk diye bir şey vardı mesela… Kapı çalınınca “Kim geldi acaba?” diye korkulmaz, “Hoş geldin” demek için sevinirdik.
Çayın demi hiçbir zaman bitmezdi, çünkü misafir eksik olmazdı.
Sokaklar çocuk sesinden, evler misafir kokusundan eksik olmazdı.
Ve en önemlisi… Kimsesiz kimse yoktu. Çocuk annesiz, yaşlı sevgisiz kalmazdı. Çünkü herkes birbirinin yükünü taşıyacak gönle sahipti.
Şimdi dönüp bakınca fark ediyor insan… Biz o yıllarda fakir olabilir, zor şartlarda büyümüş olabiliriz ama gönlümüz zengindi.
Evler küçüktü ama sevgimiz büyüktü. Sabah uyandığımızda başımızı okşayan, sırtımız sıvazlayan, soframızı donatan bir anne sıcaklığımız vardı.
Bugün kalabalıkların içinde yalnızlaştığımız, evlerin genişleyip gönüllerin daraldığı bu zamanda o günler bir masal gibi geliyor.
Bir masal ama bizim yaşadığımız, bizim soluduğumuz, bizim çocukluğumuzun kokusuyla dolu bir masal…
Belki de en çok bu yüzden özlüyoruz o günleri. Çünkü o günler bize bir gerçeği öğretti: Huzur büyük şeylerde değil; bir evin içindeki küçük, samimi sevgilerdedir.
Yaşlılarımız sofralarımızın unutulmazları, çocuklar sofraların neşesiydi.
Belki de en çok o sıcaklığı özlüyoruz: Bir “anne”nin sarılışında bütün dünyanın iyileştiği, bir “ebedini, dedenin ” duasında insanın kendini güvende hissettiği günleri…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.