Aysel Ayşe Aygün Özer
Takvim değişti yük aynı kaldı
2025’i uğurlarken kimsenin içinden gerçekten bir kutlama geçmiyor. Takvim yaprakları değişiyor ama yaşadıklarımız öyle kolayca arkada kalmıyor. Türkiye için bu yıl, ekonomik göstergelerin soğuk rakamlar olmaktan çıkıp mutfaklara, ceplere, sinirlere ve uykusuz gecelere dönüştüğü bir yıl oldu. Enflasyon grafik değil, pazardan eve dönerken poşetin hafifliğiydi. Maaş bordroları sayı değil, eksilen hayallerdi.
Ama mesele sadece ekonomi değildi. Şehit haberleri birer istatistik gibi sunuldu, oysa her biri bir evin ışığını söndürdü. Anneler sustu, babalar yaşlandı, çocuklar büyüdü ama eksik. Kaybın milliyeti, siyasi rengi, mezhebi yoktur; acı herkes için aynı ağırlıkta çöker.
Hastalıklar, salgınlar, bitmeyen tedirginlik… İnsanlar sadece virüslerden değil, yarından da korkar hâle geldi. Bir sabah uyandığımızda neyin zamlandığını, neyin yasaklandığını, neyin “olağan” ilan edildiğini anlamaya çalışarak yaşadık. Normal olanın ne olduğunu unuttuk. Bu belki de yılın en büyük hasarıydı.
Yine de bütün bu karanlığın içinde tuhaf bir şey oldu: İnsanlar hâlâ ayakta. Kimi zaman öfkeli, kimi zaman kırgın ama hâlâ dirençli. Sokakta, evde, hastane koridorlarında, mezarlıklarda… Hayat inatla devam etti. Çünkü bu topraklarda yaşamak biraz da buna mecbur olmak demek.
2026’ya girerken temenniler sıralamak kolay. Zor olan, unutmadan devam edebilmek. Bu yıl yaşananların üstünü yeni takvimle örtmeye kalkarsak, gelecek yıl da aynı cümleleri kurarız. Hatırlamak, hesap sormak ve aklı kaybetmeden yaşamak zorundayız.
2025 mutlu bir yıl değildi. Ama bize şunu açıkça söyledi: Bu ülkenin en büyük sınavı rakamlar değil, vicdan ve hafıza. 2026’ya girerken en çok bunlara ihtiyacımız var.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.