
Zafer Çam
Zilletin kucağında Katar
Bir zamanlar ümmetin birliğinden, ortak dayanışmadan dem vuranlar; bugün Amerikan gölgesinde serinlemeye, İsrail’in hışmından korunmaya çalışıyor.
İsrail artık sınırlar ötesine saldırıyor.
İsrail 9 Eylül Salı günü Katar'daki Gazze müzakerelerini yürüten Hamas yetkililerini hedef aldı.
Gazze, Filistin, Suriye, İran, Irak değil bu sefer hedefte Katar vardı. Satılmış kukla devletlerin liderleri sessizliğini koruyor.
İsrail’in, Yahudi’nin anladığı dilde saldırı yapmıyor, cihat ilan etmiyor.
Yüzüme vurdunuz buyurun diğer tarafta vurun diyor. Ne yazık ki Katar, bu tavrın güncel temsilcilerinden biri.
Ekonomik yatırımlar, güvenlik anlaşmaları, diplomatik yakınlaşmalar derken artık Tel Aviv’e öksürecek takati bile kalmamış bir görüntü çiziyor.
Bu tablo yeni değil. Körfez ülkeleri arasında kimi zaman sessiz, kimi zaman açıktan yaşanan İsrail sevdası, artık utanmaz bir normalleşme sürecine dönüştü.
Sözde “kardeşlik” söylemleriyle kandırılan halkların önünde, saraylarda atılan imzalarla yapılan ihanetlerin izleri duruyor.
Katar gibi ülkeler, kendi halklarına “direnişin yanındayız” mesajı verirken, perde arkasında işgale göz yummaktan geri durmuyor.
Adı İslam devletleri, saray liderleri ve halkları sesiz korkak dururken.
İsrail için bu normalleşme süreçleri yalnızca diplomatik kazançlar değil; aynı zamanda kendi yayılmacı, saldırgan politikalarının meşrulaştırılması anlamına geliyor.
İsrail devleti artık açık açık şunu söylüyor: “Ben Müslüman tanımam, çocuk tanımam, kadın tanımam, yaşlı tanımam.
Masumluk diye bir kavram benim sözlüğümde yok. Ben istediğimi alır, istediğimi yok ederim. Dünya buna karşı çıkamıyor, çünkü ben dünyanın firavunuyum.”
Evet, İsrail dünyanın yeni Firavunu gibi davranıyor. Uluslararası hukuk tanımıyor, insan hakları tanımıyor, vicdan zaten sıfırlanmış.
Gazze sokaklarında çığlık atan çocukların, yıkılmış evlerin, paramparça olmuş bedenlerin üzerindeki kan, sadece İsrail’in değil; sessiz kalan Arap rejimlerinin, Batılı güçlerin ve “stratejik çıkarlar” bahanesiyle üç maymunu oynayan herkesin elindedir.
Ama her Firavun ’un bir Musa’sı vardır. Bu kadim kural, tarihin her döneminde geçerli oldu.
Zulüm ne kadar büyürse, direniş o denli kök saldı. Kim ki Musa gibi düşünürse, yani zulme başkaldırırsa…
Kim ki Muhammed gibi yaşarsa, yani adaletle, merhametle, hakkaniyetle yürürse…
O kişi ya da o halk, zalimin ilk hedefi olur. Çünkü hakikatin karşısında durabilecek hiçbir zorba, tarihte ebedi kalamamıştır.
Bugün İslam dünyasının önünde iki yol var: Ya Katar gibi teslimiyetin yolunu seçecek, tarihin “zilletle geberenler” hanesine yazılacak…
Ya da direnişi, adaleti ve hakkı önceleyip, “İzzetle yürüyenler” safında yer alacak.
Zaman, tarafını seçme zamanı. Zaman, Firavun’a karşı Musa gibi durma zamanı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.