Bir öğretmen sabah uyanıyor. Elini yüzünü yıkıyor, kahvesini alıyor, takvime bakıyor.
Yine boş.
Yine “atanamadı.”
Adı var, diploması var, ideali var. Ama bir okulu, bir sınıfı, bir öğrencisi yok.
Devletin duvarlarında yankılanmayan bir sesi var sadece.
Yıllardır “seneye olur” denilen, ama her sene bir kenara itilen bir hayali taşıyor.
Bu ülkenin her köşesinde binlerce öğretmen adayı yaşıyor.
Kimisi markette raf diziyor, kimisi kafede garsonluk yapıyor, kimisi evinde ders notlarını karıştırırken gözleri doluyor.
Hepsinin kalbinde aynı cümle: “Ben öğretmenim ama öğrencim yok.”
Ne garip değil mi?
Bir ülke, çocuklarının geleceğini emanet edeceği insanları böyle bekletiyor.
Yıllarca “eğitim her şeydir” deniyor ama öğretmenine sahip çıkılmıyor.
Bu nasıl bir çelişki, nasıl bir sessizliktir?
Atanamayan öğretmen demek, sadece işsiz bir insan demek değildir.
Atanamayan öğretmen, umutları bir sınav puanına sığdırılmış bir yürek demektir.
Kendine değil, çocuklara inanan bir insanın kırılmış gururudur.
Yıllarca sabreden, yine de vazgeçmeyen bir direniş hikâyesidir.
Oysa onların her biri, bir köy okulunda üşüyen bir çocuğun elini ısıtabilecek kadar gerçek,
bir sınıfta sessizce duran o boş sırayı doldurabilecek kadar değerlidir.
Evet, bugün onların sesi kısık.
Ama her bastırılan ses, bir gün bir çığlığa dönüşür.
Belki o gün yakındır.
Belki de o sesi duyacak olan, bu satırları okuyan sensin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.