Zafer Çam
Kapitalizm, tuz yalatır, suyu parayla satar
Kapitalizm, önce sana tuz yalatır, sonra suyu satan düzenin adı.
Bir bardak suya hasret bırakan düzen, önce sana tuz yalatır. Sonra o suyu satar.
Üstelik cebinden son kuruşu alırken, seni hâlâ “özgür birey” olduğuna inandırır.
Kapitalist, düzen önce halka tuz yalatır.
Sonra o tuzun yakıcılığını fırsata çevirir, sana bir bardak suyu satar. O suyu da altın fiyatına…
Yetmez; cebinden parasını alır, sonra da seni borçlu çıkarır.
Bugünün düzeni budur: Emeğin alın terini silip, sana kendi terini armağan diye satan bir düzen.
Yüzyıllardır aynı hikâyeyi farklı maskelerle anlatıyor; tek fark, artık kölelerin zincirleri görünmüyor.
Bugün mazlum, zincirini kendi elleriyle parlatıyor.
Modern kölelik artık fabrika bacasından değil, ekran ışığından sızıyor. Devletler, küresel şirketlerin sofrasında birer bölünmüş lokma hâline gelmiş.
Halklar birbirine kırdırılmış, kardeş kardeşe düşman edilmiş.
Kapital, sınır tanımıyor; ama vicdan da, adalet de çoktan tanımını yitirmiş durumda.
Bir zamanlar halkın devleti vardı. Bugün devlet, halkın sırtından geçinenlerin şirketidir.
Bir zamanlar “adalet” denilen bir kavram vardı. Bugün adalet, parası olanın dosyasına göre karar verir.
Bir zamanlar “özgürlük” bir ülküydü. Bugün özgürlük, kredi kartı limitine bağlı bir gözbağcılık.
Mazlumlar köleleştirildi. Devletler, uluslararası sermayenin sofrasında birer bölünmüş lokma hâline getirildi.
Parayı elinde tutanlar, iktidarları satın alıyor; iktidarlar da halkı “sabır ”la avutuyor.
Sefaletin adı “geçim mücadelesi”, köleliğin adı “iş gücü piyasası” olmuş.
Bir ülke düşünün: Kendi toprağında yabancı, kendi emeğinde esir.
Kendi halkına ait olan zenginliği, üç beş çokuluslu şirkete peşkeş çeken yöneticilerle dolu…
Ve bu düzenin adını “ilerleme” koydular. Kapital, artık sadece fabrikaları değil; fikirleri, bedenleri, ülkeleri, şehirleri, köyleri, medyayı, hatta vicdanları da satın aldı.
Ve biz, bu düzenin ortasında nefes almaya çalışıyoruz.
Bir yanda sermayenin tapınağında, siyasetin gölgesinde secde edenler, diğer yanda açlığa direnenler…
Birileri “piyasa büyüyor” diyor, evet büyüyor ama kimin karnı doyuyor?
İktidarlar, halkın oyuyla değil; paranın gölgesiyle seçiliyor. Gazeteler, kalemini halk için değil, patronu için oynatıyor.
Ve sonra bizden “demokrasiye inan” diyorlar. Hangi demokrasi?
Fakir çocuğun aç uyuduğu, zengin çocuğun yurt dışında en pahalı helikopterle okula gittiği bir ülkede, hangi adalet?
Kapitalizm sömürü düzenin propagandası basittir: Sus, çalış, tüket.
Sorgulama. Soru sormak tehlikelidir, çünkü her soru bir zinciri çözer.
Bu yüzden, halkın gözüne perde, diline yasak, eline de borç koydular.
Ama bilinsin ki; bu halk, ne kadar susturulursa susturulsun, bir gün kendi sesini yeniden bulacaktır.
Çünkü tarih, efendilerin değil, direnenlerin hikâyesidir.
Ve hiçbir sistem, sonsuza dek halkın alın terini gasp ederek ayakta kalamaz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.