Aysel Ayşe Aygün Özer
Çocuğun eline ekonominin yükünü veren düzenin vicdanı kalmamıştır
Bir ülkenin geleceği çocuklarıdır deriz. Ne kadar doğru bir cümle. Ne kadar çok tekrar ederiz. Fakat bazı gerçekler var ki sloganların gerisinde saklanamayacak kadar ağır. Türkiye’de bugün yüz binlerce çocuk, okul sıralarında olması gerekirken üretim bantlarında, tarlalarda, atölyelerde, sokaklarda çalışıyor. Bu, yalnızca ekonomik bir sorun değil; doğrudan doğruya sınıfsal bir yara.
Çocuk işçiliği kendiliğinden ortaya çıkan masum bir sonuç değil. Yoksulluğun, gelir adaletsizliğinin, kayıt dışılığın ve sistemin ürettiği bir sonucu konuşuyoruz. Çocukların çalışmak zorunda kalması ailelerin bireysel tercihleri değil; sınıfsal çaresizlik. Çünkü düşük ücret politikaları yetişkinin emeğini değersizleştirdiği için, aile bütçesini tamamlamanın yolu çocuğun emeğine uzanıyor. Bu düzen çocuğu çalışma hayatına iten koşulları bizzat üretiyor.
Bir çocuğun küçük elleriyle ağır işlerde çalışması bir “yasa dışılık” meselesi değil sadece. Bu, toplumun bütününe yayılan bir görmezden gelme hâli. Çocuk işçiliği bir iş kazası haberiyle gündeme gelip ertesi gün unutulacak bir ayrıntı değil; en karanlık sınıf yarıklarından sızan acı bir hakikat. Çünkü çocuk işçiliğinin olduğu yerde bir toplumun vicdanı geri çekilmiş, ekonomik çıkarlar öne geçmiş demektir.
Çocuk işçiliğini yaratan koşullara bakınca tablo çok net: Asgari ücretin yetersizliği, kiraların ve temel ihtiyaçların yükselişi, ailelerin borç yükü, göçmen çocukların korunmasızlığı, denetim mekanizmalarının adeta formalite hâline gelmesi… Hepsi aynı hikâyenin parçaları. Bir de üzerine, ucuz işgücü arayışını meşrulaştıran bir piyasa mantığı ekleniyor. Bir çocuğun emeğinin yetişkin emeğinden daha “ucuz” olması, sistemin nasıl çarpık bir düzen kurduğunu açıkça gösteriyor.
Bu ülke, çocuk işçiliğini bitirmeden hiçbir alanda gerçek bir ilerlemeden söz edemez. Çünkü çocuk işçiliği, toplumun en zayıf halkasına yapılan en büyük haksızlıktır. Bir çocuğun oyun çağında işçileştirilmesi yalnızca bugünü değil, geleceği de gasp eder. Eğitimden kopan her çocuk, sınıfsal zincirin en alt halkasına hapsolur. Böylece yoksulluk kuşaktan kuşağa devredilen bir zincire dönüşür.
Çözüm bellidir ve ertelenemez: Aile gelirlerinin güçlendirilmesi, denetim sisteminin gerçek anlamda çalıştırılması, işverenlerin ağır yaptırımlarla karşılaşması, eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması, dezavantajlı çocukların sosyal destek ağlarıyla korunması… Bunların her biri, çocuğun geleceğini kurtarmak için şarttır. Ama en önemlisi, toplumun çocuk emeğine alışmış bu sessiz rızasının kırılması gerekir.
Bir ülke çocuklarının emeğine muhtaçsa, o ülkenin ekonomik düzeni çökmüştür. Bir ülke çocuklarını koruyamıyorsa, o ülkenin vicdanı körleşmiştir.
Ve çözüm, bu körlüğü sürdürenlere değil; bu çarpıklığı görmekten vazgeçmeyenlere aittir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.