
Ahmet Sandal
Türkiye’deki seçmenler ve sınıf bilinci
Bu Ülkede kim, neden ve hangi gerekçeyle, kime oy veriyor? Bu Ülkede toplumsal sınıflar oy verme açısından belirleyici mi? Bir kişi dahil olduğu ekonomik sınıfa göre mi oy veriyor, yoksa başka bir saikle mi oy veriyor? Sorular uzar gider.
Toplumsal sınıflar dediğimizde elbette, işçi sınıfı, emekçiler, ezilenler vb benzeri adlarla tanımlanabilecek kesimler ve karşısında sermayedarlar, kompradorlar, ezenler vb gibi adlarla tanımlanabilecek kesimler akla gelir.
Toplumsal sınıflar esasta ikiye ayrılır. Bu ayrımda esas mihenk noktası üretim faktörlerinden birine (sermaye, toprak ya da girişimcilik) sahip olup olmamaktır. Paran yoksa yani sermayedar değilsen, toprağın yoksa çiftçi değilsen ve girişimci de değilsen tek bir seçenek kalıyor, işçisin, yani işçi sınıfına mensupsun.
Buna göre sınıflar en başta ya işçi (emek) sınıfındansın ya da tam karşısındaki sınıftansın. İşçi sınıfının karşısında sermayedarlar ve toprak sahipleri ile girişimciler vardır. Girişimcileri de para sahibi olarak düşündüğümüzde onlar da bir nevi sermayedardır. Toprak sahiplerinde de para vardır. Onlar da sermaye (para) sahibi sayılırlar.
Bu durumda toplumsal sınıflar esasta ikiye ayrılır.
1-Eli, koluyla ya da zihniyle ekonomiye katılan emekçiler sınıfı. (İşçiler, memurlar bu sınıftandır)
2-Parası, toprağıyla ya da girişimciliğiyle ekonomiye katılan kaymakçı sınıfı. (Patronlar, iş insanları, sosyete, toprak ağaları, yatırımcılar, müteşebbisler bu sınıftandır)
Kur’an-ı Kerim’de birinci sınıfa dahil olanlara mustazaflar denilir.
“Mustazaf” Arapça kökenli bir kelimedir ve “zayıf, güçsüz, ezilen” anlamına gelir. İslam hukukunda ve toplumsal düzenle ilgili kavramlarda sıklıkla kullanılır. Mustazaf, toplumda ekonomik, sosyal veya siyasi açıdan dezavantajlı konumda olan, güçlü ve zengin kesimlerin baskısı altında olan insanları ifade eder. Bu terim Kur’an-ı Kerim’de mevcuttur. Öyleyse mustazaf, Kur’anî bir kavramdır.
Kur’an-ı Kerim’de ikinci sınıfta yer alanlara müstekbirler denilir.
Müstekbir demek, büyüktük taslayan kimse, toplumu ezen, sömüren, ekabir sınıftan kimse demektir. Müstekbir de Kur ‘anî bir kavramdır.
Şimdi bu nokta itibariyle, yüksek seviyede maaş alan ve hatta hükmeden biri sırf kadrosu memur diye nasıl ve neden 1. sınıfa yani mustazaflar sınıfına dahil oluyor? Bu durumdakiler müstekbirlerden olmuyor mu?
Tabi zor soru. Ancak, “burnu yukarıda ve tuzu kuru” ise, “geliri de hayli yüksek” ise, bir kişiyi sırf kadrosu memur diye, onu mustazaflardan, yani ezilenlerden saymamız elbette söz konusu değildir. “Hatta kadrosu işçi olsa da tuzu kuru ve mali durumu iyi olanları da mustazaflardan sayamayız.” Parası, toprağıyla ya da girişimciliğiyle ekonomiye katılan her kişi de müstekbir değildir.
Şimdi bir toplumdaki sınıfları ikiye ayıralım ve “mustazaflar” ile “müstekbirler” diyelim ve tanımlamaları tekrar gözden geçirelim.
1-Mustazaflar: Ekonomiye sağladığı artı değerden daha azını ücret olarak alan, hakkı yenilen ve ekonomik olarak mağdur edilen kesimler.
2-Müstekbirler: Ekonomiye sağladığı artı değerden daha fazlasını kâr ve rant ve benzeri şekilde haksız yere ele geçiren, bununla birlikte, üstüne üstlük ekonomi ve siyasete yön veren kesimler.
Şimdi gelelim yazımızın başında sorduğumuz soruların cevaplarına.
Yani, “bu Ülkede kim, neden ve hangi gerekçeyle, kime oy veriyor?
Toplumsal sınıflar oy verme açısından belirleyici mi? Bir kişi dahil olduğu ekonomik sınıfa göre mi oy veriyor, yoksa başka bir saikle mi oy veriyor” sorularının cevaplarına.
Tabi burada ekonomik sınıf derken, ister sert ve keskin bir ayrımla (mustazaflar ve müstekbirler diye) ayırın ya da hafif ve basit bir şekilde ayrım yapıp (sermayedarlar ve işçiler diye) ayırın. Farketmez. Mühim olan şudur ve soru da zaten oy verme saiki ile (oy verme güdüsüyle) içinde bulunulan ekonomik sınıfın bir bağlantısı, sebep sonuç ilişkisi (korelasyon) olup olmadığı ile ilgilidir.
Benim yıllardır gözlemlediğim ve seçim sonuçlarından edindiğim intiba şudur ki, Ülkemizdeki seçmenler sınıf bilinciyle ya da kendi ekonomik konumlarına göre oy vermiyorlar. Bu genel kabul görmüş bir gözlemdir. Tabi istisna kabilinden ekonomik sınıfına uygun bir partiye oy veren seçmenler de olabilir. Ancak neticede şu tespit değişmez. Ülkemizdeki seçmenler oylarını sınıf bilincine göre değil daha çok ideolojik nedenlere göre kullanmaktadır.
Bu düşüncemin doğruluğu bağlamında uzun uzun anlatımlarda bulunmayacağım.
Yalnız şu örnek yeterlidir.
Çankaya ve Bakırköy gibi sosyete ve zenginlerin yoğun yaşadığı yerlerde kendini sol parti olarak tanıtan bir parti devamlı şekilde seçim kazanmakta ve işçi ve gariban halkın yaşadığı Keçiören ve Sultanbeyli’de gibi yerlerde de sağ parti olarak bilinen bir parti devamlı seçim kazanmaktadır.
Dünya demokrasi ölçüleri ile düşündüğümüzde, Çankaya ve Bakırköy'de sermayeyi savunan sağ sağ partiler ve Keçiören ve Sultanbeyli’de de işçilerin haklarını savunan sol partilerin seçim kazanması gerekirdi. Ancak öyle olmuyor.
Bir de şunu belirtmek gerekir. Dünya demokrasi ölçeğinde, sol partiler, işçi haklarını ve sağ partiler de sermayedarların çıkarlarını korur. Tabi bu durum bizim Ülkemizdeki partiler açısından geçerli değildir. Bizdeki kendini sol parti sayan o malum parti esasında sosyetik bir partidir. Ve o sosyete, “o parti odunu aday gösterse, gider oyumu onlara veririm” diyecek kadar ideolojik bir bakışa sahiptir. Bu bakış açısına göre o malum partinin zaten çok da fazla proje-moroje ortaya koymasına gerek yok. Ancak o malum partinin tam zıttı ve muhalifi parti projeler ile hareket etmezse seçmeni bir başka yere kaçabilir.
Sözün özü şu: Biz Avrupa ve gelişmiş Dünya Ülkelerine uygun ne partiye, ne de seçmene sahibiz. Biz demokratik partiler ve seçmenler açısından nev’i şahsına münhasır bir Ülkeyiz.
Vesselam….
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.