Kaza, kader, irade

İmanın temel esaslarından birisi kadere inanmaktır. Yani hayır ve şer hepsinin Allah’ın takdiri ve ezeli planı olduğunu kabul etmektir. Anlaşılması zor ve derin bir konu olan kaza, kader ve irade meselesini doğru anlamak ve iyi kavrayıp inanmak gerekir.

Özetlemek gerekirse, ezelden ebede kadar kâinattaki bütün olayların nasıl olacağını, Allah’ın önceden bilip planlayıp levhi-mahfuza yazmasına “KADER”, tüm bu mukadderatın vukuuna “KAZA” denir. Yâni kâinattaki her şey, ilâhi bir program dâhilindedir. Kader hükmünü icra eder.

İnsan kaderini bilmediği için, kendi iradesiyle iyiyi veya kötüyü kendi seçer, sonucuna katlanır. Allah’ın takdirine inanan kimsede huzur ve teslimiyet vardır. Zorluklara tahammül ve sabır da ancak kadere inananlarda mevcuttur.

“İRÂDE-İ CÜZ”İYYE iyi anlaşılmalıdır. Bu irâde Cenâb-ı Hakk’ın insana verdiği mahdut bir salâhiyet ve tercih hakkıdır ve çok önemlidir. Zira insan, irâdesini hayra sarf ederse Mevlâ hayrı, şerre sarf ederse şerri yaratır. Bu itibarla insan, cenneti de, cehennemi de kendi irâdesi ile seçer. Elbette küllî irade sahibi Allah c.c. dilemezse ve yaratmazsa hiçbir şey olmaz. Yaratan Allah, isteyen ve yapan insandır.

İnsandaki irâde-i cüz’iyye otomobilin direksiyonu gibidir. Şoför, direksiyonu ne tarafa çevirirse otomobil o tarafa gider. Dolayısıyla hiçbir şoför, “Ben ne yapabilirim otomobil kendisi o tarafa gitti” diyemediği gibi, yanlış yola giden hiç kimse “Ben ne yapayım, Allah böyle dilemiş, böyle yaratmış” deyip mes’ûliyetten kurtulamaz.

Daha açıkçası, insanın irade ve çalışmasının ne yönde olacağını Allah (c.c.)önceden bildiği için yazmıştır. Zaten insanda bu tercih hakkı olmasaydı, Cenâb-ı Hak kuluna imtihan fırsatı vermemiş, onu hayra veya şerre zorlamış olurdu. Bu ise ilâhî adâlete uygun değildir. Hz. Üztaz Süleyman Efendi Hazretleri: “Allah, hidayeti isteyenlere hidâyeti, dalâleti isteyenlere de dalâleti halk eder” buyururdu.

Bazıları “Âlem-i Ervah’ta kiminin rûhu secde etmiş, kiminin etmemiş. Secde etmeyenler dalâlete sapanlardır” derler. Bu iddia çok yanlıştır. Zira orası itiraz yeri değildir. Orada bütün ruhlar “Elestü bi-rabbiküm” (Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Sorusuna, istisnasız “Belâ” (Evet Rabbimizsin) diye cevap verdiler. O günden beri Müslümanız.

Cenâb-ı Hakkın ezelî takdiri, ilimdir. Vukua gelmesi ise mâlümun olmasıdır. İnsan hayır ve şerre müsait olarak yaratılmıştır. Kişi bu kabiliyetini ruh-u melekî yönünde hayırda kullanırsa, Allah ona yardım eder, onu kolaylaştırır. Nefsânî yöne eğilim gösterir, kötülüğü tercih ederse, Allah ona o imkânı verir.

İsra süresi 18-20 Ayetler bu hususu beyan eder: “Her kim bu geçici dünyayı isterse, dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadarını hemen veririz. Sonra da onu cehenneme sokarız. Oraya kötülenmiş ve kovulmuş olarak atılır. Kim de âhireti ister ve mümin olarak o yönde çalışmasını yaparsa, bu gayretlerin karşılığı verilir. Dünyayı isteyenlere de, âhireti isteyenlere de Rabbinin ihsanından ayırt etmeksizin veririz. Rabbinin ihsanı kimseden esirgenmiş değildir”

Kadere küsmek veya kadere sövmek Allah’a isyandır. Kadere inanan, kederden emîn olur. Kaderi fazla irdelemek ve sorgulamak uygun değildir. Akıl terazimizi bozabilecek bu ağır konuyu iman ve tevekkülle kabul etmeliyiz. Dileriz ki kaderimiz, bahtımız ve talihimiz güzel olsun…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Saliha Yazan Arşivi