Alperen Aydın
Cengiz Dağcı'nın Ardından
Cengiz Dağcı üslubuyla, eserleri ile Türk edebiyatının en büyük isimlerindendir. Cengiz Dağcı sadece bir yazar değildir. Cengiz Dağcı Kırım'dır, vatandır, kocaman bir millettir.
Kırım’ı bize tanıtan, sevdiren, Kırım davasını bize benimseten adamdır Cengiz Dağcı. Küçük bir coğrafyadan onlarca eser çıkarmak her babayiğidin harcı değildir. Reklamı yapılmadı, duyurulmadı ama o samimi eserleri ile kendi kendini tanıtmayı bildi.
Cengiz Dağcı’nın eserlerini okuduğumda, beni Kırım’da sokak sokak dolaştırdı. Sürgünde beraber vagonlara bindik. Beraber yaralandık, beraber vatan hasreti çektik. Onun ve diğer Tatar Türklerinin yaşadığı acıyı büyük bir sancıyla yüreğimde hissettim. Çoğu yazarın yaşatamadığı o derin psikolojiyi Cengiz Dağcı okurlarına yaşatmayı başarmıştır. Nitekim kendisi de bunu şöyle ifade etmiştir “Korkunç Yıllar, Yurdunu Kaybeden Adam, Onlarda İnsandı ve O Topraklar Bizimdi, benim etimden ve ruhumdan kopmuş eserlerdir.”
II. Dünya Savaşı’ndan sonra bir daha Kırım’a dönemeyen Cengiz Dağcı’nın romanlarını bu kadar içten yazmasını “Kırım'ı hatırlamadığım hiçbir sabahım, akşamım olmadı.” ifadesiyle de bağdaştırabiliyoruz. Çünkü ancak bu kadar büyük bir acı, bu kadar büyük eserler çıkartabilirdi...
Cengiz Dağcı 9 Mart 1919’da Sovyet işgali altındaki Kırım'ın Yalta şehrinin Gurzuf kasabasında dünyaya gözlerini açtı. 1923’te Kızıltaş’a taşındılar. Stalin 1929'da kolhoz getirene kadar vaziyet biraz daha iyi olsa da kolhoz sisteminden sonra Kırım’da asıl kabus başlamıştı. Komünizm güçlü Türk kültürünü eritmeye çalışıyor. Tatarların gücünü kırmaya uğraşıyordu. Tatar Türklerinin birçok arazisine el konuldu. Tarlaları kolhoz için komünist Rusya tarafından işgal edildi. Korkunç yıllar başlamıştı. Yalta’dan vapurlara bindirip sürgün edilen koca Tatar milleti bir ağızdan;
“Ant etkenmen milletimniñ yarasını sarmağa
Nasıl olsun eki qardaş birbirini körmesin?
Onlar içün ökünmesem, muğaymasam, yaşasam
Közlerimden aqqan yaşlar derya-deñiz qan bolsun.” diyor, Kırım Tatar milli marşlarını okuyarak tekrar tekrar vatanları için ant içiyorlardı. Cengiz Dağcı’nın ailesi sürgün edilmese de Dağcı daha çocukken bu anlara tanıklık etmiş. Acının ve yokluğun gölgesinde bir çocukluk geçirmiştir.
Korkunç yıllar romanında; “Yurtta kalmış yavrularımızı, Aksakallı babalarımızı, analarımızı, kızlarımızı, Kızıllar hayvan vagonlarını doldurarak uzak, vahşi Sibirya ormanına sürüyorlar. Bir millet düşman kamçısı altında “Vatan! Vatan!” diye inleyerek mahvoluyor.” diyerek bahsetmiştir.
1931’de komünist Rusya tarafından bağlarına el konulan babası, bağlarının asmasını öperek ağladığı için tutuklandı. Komünizm’in saçma sapan uygulamalarına olan haklı nefretini eserlerinde de sık sık göstermiştir Cengiz Dağcı;
Dağa çıksam / Kaşka geyik baş vermez / Köye dönsem / Kolhoz bana aş vermez / (Onlar da İnsandı – sayfa 428)
Aynı romanında beni güldüren fakat sonrasında içimi acıtan hatta notlarım arasına “Hayvanlara Komunist Ceza” başlığı ile kaydettiğim olayı da şöyle anlatıyor; “- Darılma, Ağam, ben doğruyu söyledim sana! Her tavuk kolhoza on yumurta verecek. Bu zavallı on yumurta yumurtlayamadığı için kendi kendisini astı. Herkes öyle diyor, ne bileyim? Git, büyüklerden sor! Onlar öyle söylüyorlar!”
İşte bir milletle böyle alay ettiler. Komünist sistemin trajikomik olayları bile insanın dengesini bozmaya yeter nitelikte…
Ne hazindir ki Cengiz Dağcı II.Dünya Savaşı başladığında, kendi milletinin namusuna kast eden Ruslar için cepheye gitmek zorunda kalacaktır. Cephede Almanlara esir düşer ve 7 ay esir kampında eziyet ve işkencelerle zor imtihanlar geçirir. Fakat Nazi Almanya'sının Türkleri Ruslar'a karşı kullanmak için oluşturduğu Türkistan Lejyonları (Askeri Birlik) esir Türkleri de kapsamaktadır. Rus üniforması ile çıktığı Kırım’a, Alman üniformasıyla bir haftalık izinle dönebilecek ve bu bir hafta ömrü boyunca Kırım’ı son gördüğü zaman olarak tarihe geçecektir… Çünkü Almanlar savaşta yenilir. Kırım tekrardan Komünist Rusya'nın işgaline girer. Bütün bunlar yetmezmiş gibi 18 Mayıs 1944’te Kırım Tatar Türkleri trenlerde hayvan vagonlarına doldurulup Özbekistan’a sürgün edilirler… Sürgün, sürgün değil soykırım…
Dağcı ise savaş bittiğinde Kırım'a geri dönemez. Regina adında bir Polonyalı ile yaşadığı büyük aşk onu hayata yeniden tutundurur. Mülteci kampında bir süre bulunduktan sonra İngiltere'ye yerleşirler ve eserlerini burada yazar. Türkiye’ye ne kadar gelmek istese de Türkiye’de akrabası bulunmadığı için talebi reddedilir. Ne anayurdu Kırım’a ne Anadolu'ya gelebilir. Hasret içinde 22 Eylül 2011’de vefat eden Cengiz Dağcı Ağabeye Allah'tan rahmet diliyorum. Onun çok etkilendiğim bizzat hatıralarından oluşan eserlerini Türk Gençliğinin okuması ve benimsemesi gerektiğini ifade ederek yazıma son veriyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.