Köye çerçi geldi!

Köyde doğanların, asla tükenmeyen bir köy özlemi vardır.

“Orda bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür” dizeleriyle başlayan şiir, Anadolu’nun kuş uçmaz kervan geçmez köylerini ne güzel dile getirir. Uçsuz bucaksız bozkırların, yüce dağların yamaçlarının ve derin vadilerin kuytularında kurulmuş; asırlara, yalnızlıklara ve hasretlere sabırla bekleyen; evlatlarının gurbet hasretine sıla özlemiyle merhem olan o eşsiz köylerimiz…

Hatırlarsınız, tereyağlı bulgur pilav yediğimiz, soğuk sularında serinlediğimiz, ekin ve karpuz tarlalarında gezindiğimiz, koyun yoğurtlarını tattığımız, kuzu güttüğümüz, mis gibi insan ve toprak kokan köylerimiz vardı.

Çarşımız, pazarımız yoktu, köyümüzde bakkalda yoktu. Hane sayısı az olduğunda göç verdiğinde bakkal açan işleten olmamış. Bizim köyün bakkalı, marketi aydı bir iki sefer uğrayan çerçilerdi.

Altmışlı, yetmişli yıllarda, biz çocuklar için köyümüze gelen çerçiler, adeta hareketli bir süper market gibiydi.

Çerçinin at arabasının üzerindeki çadırın içinde özenle yerleştirilmiş rengârenk, cicili-biçili ürünleri izlemek; içeriden yayılan, daha önce hiç kokusunu almadığımız o hoş aromayı hissetmek, bugünün en modern AVM gezmesinden bile fazlasıyla heyecan verirdi.

Ali Çerçi ve Kaya Çerçi, Kırşehir bağlı Yağmurlu, Kurt Beli Yenipan’a, yepyeni ürünleriyle köyümüze uğrarlardı.

Eskiden, köyden köye, kasabadan kasabaya, yaylaları dolaşarak herkesin ihtiyaç duyduğu ufak tefek eşyaları satan kişilere “çerçi” denirdi.

Biz de çocukluğumuzun en güzel anılarını, çerçilerin gelişini büyük bir sevinçle beklerdik.

Kaya Çerçi, sandıklı eşeğiyle köye geldiğinde, özellikle kadınlar, genç kızlar ve biz çocuklar arasında tatlı bir heyecan ve telaş dalgası yayılırdı.

Nasıl sarmasın ki? O günün şartlarında, çerçinin arabasında: İğneden ipliğe, mandaldan lastiğe, cıncıktan boncuğa, aynadan tarağa, düdükten oyuncak bebeğe, bilezikten tokaya, toptan topaca ve miskete, şak (kırık) leblebiden leblebi şekerine ve iğdeye ve hatta keçiboynuzuna (harnup) kadar türlü ürün bulunurdu.

Çerçi geldi, diye seslenirdi herkes: “Çerçice geldi, çerçiciiiii… Buğday alıyom, arpa alıyom, naylon alıyom! Terlik, lastik, eskisi; bağır, eskisi alıyoooom! Alüminyum, eskisi; gab gacak eskisi alıyooom, çerçiiii! Yımırta alıyom, yün alıyoooommm, çerçiciiii geldi, çerçiiii!”

Üzerine, “Geçi buynuzu var, sormuk şekeri var, gınalı şeker var, dut gurusu var, leblebi gırııı var, gara üzüm var incir var…” diye sayısız ilginç ürün eklenirdi.

Bu eşsiz lezzetleri yerken hissettiğimiz sevinç, üzerine köyün orta çeşmesinin oluğuna ağzımızı dayayarak içtiğimiz buz gibi suyun ferahlığını ve mutluluğu, asla unutulmayacak anılardı.

Mantar dabancası, mantar fişaaa, çerçiiii… Taç, toga, bilezik, küpe, boncuk… Yine “çerçiiii…” Ve o an, “Aha, geldim, gidiyom…” dememek elde değildi.

Eskiden köyümüze gelen çerçi satıcıları, her biri ayrı bir renk ve neşe getirirdi. O günlerin hatırası, içimizde hala taptaze, tarifsiz bir sevgiyle yaşamaya devam ediyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Zafer Çam Arşivi