
Adem Öztürk
Terörsüz Türkiye ve geleceğe umutla bakmak
Ülkemiz, bulunduğu jeopolitik konumu ve tarihsel mirası gereği, asla kabuğuna çekilip sadece “ben varım” diyemez.
Bu coğrafyada bazen kaplumbağa olup kendimizi korumamız, bazen de aslan olup tehlikeyi bertaraf etmemiz gerekir.
Ancak sadece kabuğuna çekilen bir kaplumbağa olmak hiçbir zaman yeterli değildir. Çünkü çağımızın gerekleri; Dinamik yaşamayı, sürekli değişen koşullara uyum sağlamayı, gelişen teknolojiyi yakından takip etmeyi ve dış etkenlere karşı daima uyanık olmayı zorunlu kılmaktadır.
Bu özelliklere sahip olmayan devletler ve milletler, medeniyet maratonunda geriye düşecek ve tarihin tozlu raflarında yerlerini alacaklardır. Anadolu coğrafyası, tarihin ilk anından itibaren bütün medeniyetlerin kesişim noktası olmuştur.
Bu topraklarda yaşayan bizler için, Bosna’da bir vatandaşa batan iğne, Uygur’da ağlayan bir çocuk, Somali’deki açlık, Libya’daki kargaşa, Kudüs’teki zulüm, Bağdat’taki yıkım ya da Azerbaycan’daki işgal daima kalbimizde bir acıya dönüşmüştür. Çünkü biz, bu coğrafyanın hem mirasçısı hem de sorumluluğunu taşıyan milletiyiz.
İdeolojiden Teröre: Kaybolan On yıllar
Millet olarak bizleri 1980’lere kadar ideolojik kavgalar, sonraki yıllarda ise bölücü terör örgütleri meşgul etti.
Bu meşguliyetin üzerine eklenen siyasi istikrarsızlıklar, Türkiye’nin enerjisini iç tartışmalara gömdü. Oysa aynı dönemde başka ülkeler medeniyet yolunda hızla ilerliyordu. Bizim kaybettiklerimiz yalnızca zaman değildi; gençliğimiz, emeğimiz ve kaynaklarımız da heba oldu.
1970–1980 arasındaki ideolojik çatışmalara ve 1980’den günümüze kadar süren terörle mücadeleye harcanan ekonomik kaynak ve insan kaynağı öylesine büyüktür ki, bu kaybı hesaplamaya ne makine yeter ne de istatistik bilimi. Sadece güvenlik harcamalarının 650 milyar doları geçtiği, dolaylı kayıplarla birlikte toplam maliyetin 2 trilyon dolara ulaştığı hesaplanıyor. Bu bedel; eğitimde, sağlıkta, tarımda ve teknolojide çok daha ileri noktalara ulaşmamızı engellemiştir.
İnsan Kaynağı ve Toplumsal Bedel
Terörün bedeli yalnızca ekonomik değildir. 1984’ten bu yana yaklaşık 40 bin vatandaşımızı kaybettik. Şehit olan askerler, güvenlik güçleri, masum siviller… Her biri bir aileyi, bir hayali, bir geleceği temsil ediyordu. Binlerce yaralı, sakat kalan insan, dağılan aileler ve nesiller boyu sürecek psikolojik travmalar, bu kayıpların istatistiklerle anlatılamayacak yönleridir.
Terör yüzünden göç eden binlerce insan, işlenmeyen tarım arazileri, yarım kalan yatırımlar, kapanan fabrikalar bu ülkenin potansiyelini zayıflattı. Doğu ve Güneydoğu’daki çocukların, eğitim ve iş imkânlarına kavuşmak yerine terörün gölgesinde büyümesi, ülkenin ortak geleceğini yaraladı.
Birlikten Doğan Güç
Bu yüzden içeride birliği sağlamanın önemini tartışmak bile abestir. Türkiye, kardeşlik ve birlikte yaşama iklimini güçlendirdiğinde; yalnız kendi içinde değil, çevresinde de huzurun kaynağı olacaktır. Balkanlardan Orta Asya’ya, Ortadoğu’dan Kuzey Afrika’ya kadar geniş bir coğrafya, Türkiye’nin huzur ve barış vizyonundan etkilenecektir.
Tarihten biliyoruz: Ne zaman içeride ayrışma yaşasak, dış güçler o boşluğu doldurdu. Ne zaman birliğimizi korusak, o zaman dünya sahnesinde güçlü olduk. Bugün de aynı gerçek karşımızda duruyor.
Geleceğe Umutla Bakmak
Kaybettiklerimiz çok büyük, bedel çok ağır. Ama geleceği inşa edecek irade hâlâ elimizde. Terörün gölgesinden çıkmış bir Türkiye; insan kaynağını bilime, teknolojiye, sanata ve üretime yönlendirecek, ekonomisini sağlam temellere oturtacaktır. Doğu ve Güneydoğu yeniden tarımın, sanayinin ve turizmin merkezi olacak; göç veren değil, göç alan bölgeler haline gelecektir.
Unutmayalım: Terörsüz bir Türkiye yalnızca bir temenni değil, gelecek kuşaklara borcumuzdur. Çünkü bu ülkenin çocukları yarınlarına umutla bakmayı hak ediyor. Bizlere düşen görev, birlik içinde kalmak, farklılıklarımızı zenginlik olarak görmek ve enerjimizi çatışmalara değil; kalkınmaya, ilerlemeye ve barışa yönlendirmektir.
Saygılarımla…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.