İsmet TAŞ
Toplumda kokuşmuşluğun geldiği son nokta
Sanıyorum hiçbir Allah’ın kulu toplumun kokuşmuşluğu konusunda, “hayır böyle bir şey yok” diyemez. Diyorsa da inandırıcı olmaz veya kör, sağır ya da dilsizdir. Engelli kardeşlerimi tenzih ederim. Gerçek anlamda kör, sağır ve dilsiz olanlar bu toplumun kokuşmuşluğu konusunda hem fikirizdir diye düşünüyorum.
Çıkarcı, menfaatçi, egosu tavan yapmış, nankör, bencil, egoist, sadece kendini düşünen, çıkarı ve menfaatine zara geldiği zaman gözü kimseyi ve hiçbir şeyi görmeyen, son derece samimi, içten, yediği- içtiği ayrı gitmediği arkadaşını ilk fırsatta satan insanlara şöyle bir bakalım neler göreceksiniz?
Öncelikle ülkemizin onca problemi var iken neden böyle bir konuyu ele aldık?
Çünkü bu çürümüşlük ve kokuşmuşluk ülkenin en önemli problemi. (madde bağımlılığı, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtekârlık, fuhuş ve benzeri konular başlı başına ayrı bir yazı konusu)
İnsanımız birçok nedenden dolayı bunalmış, sıkışmış, hayatı zorluklar içerisinde, bir çıkış yolu arıyor. Bir de üstüne üstlük, yakın bildiği, dost, arkadaş gördüğü insanlardan veya en yakınından her türlü zararı görmek, ülkenin problemlerinin başına oturuyor bence tabi ki.
Gıybet ve dedikodu, söylenilen bir lafın yanına yani birin yanına beş daha ekleyip karşı tarafa ileterek, alçaklığın ve adiliğin, hainliğin en alası yapılmıyor mu? Toplumun huzursuzluğunun, rahatsızlığının en önemli unsurlarından biri değil mi?
Benim dediğim gibi yapmadı, benim dediğim gibi olmadı, benim sözümden dışarı çıktı, benim çıkarlarımı koruyup kollamadı, aslı astarı olmayan bahaneler uydurup beni yok saydı, hatta beş para etmez deyip kapının dışına atılanlar yok mu? Ne oldu da? Alçaklık mı yaptı? hainlik mi yaptı? Namussuzluk mu yaptı? Bir dediğini iki etmediği için mi kapının önüne konuluyor? Birçok ailede bunu görmüyor muyuz?
Hani hep deriz ya! “sırtında taşırsın taşırsın, yorulur indirirsin veya indirmek zorunda kalırsın, sonrada niye indirdin Allah belanı versin” diyenleri görmüşsünüzdür, duymuşsunuzdur. Yaşamayan var mıdır içimizde? Her türlü hakareti yer susar birçok nedenden dolayı la havle çekersiniz.
Ya insanları tepe tepe kullanmaya, gözlerinin içine baka baka yalan söylemeye ne demeli? Kokuşmuşluğun, çürümüşlüğün daniskası değil mi?
Örnek mi? Hadi size canlı canlı yaşanan bir örnek vereyim.
Bildiğiniz gibi Ankara da, Ankara Medeniyetleri Lezzet Festivali yapıldı. Festival masrafları için standlar belli bir ücret karşılığında isteyen esnafa verildi. Adana dan gelen Hasan Usta denilen firmaya da iki stand verildi. Bu açıkgözler üç gün boyunca satış yaptılar. Sonra ne oldu dersiniz? Tahmin ettiğiniz gibi, “Biz satış yapamadık zarar ettik stand parasını vermiyoruz” dediler. Şimdi sizce bunun adı nedir? Kokuşmuşluk, çürümüşlük hafif gelir. Ve ben yanlarına gidip dedim ki; “Siz hep böylemi yapıyorsunuz? Önce sözler veriyor sonra da sahtekârlık yapıyorsunuz.” Cevap manidar; “ bazen oluyor”.
Bu olayı üç gün önce canlı canlı yaşadım. Hadi buyurun, iyiliği, güzelliği, huzuru ve mutluluğu baş tacı edip emek veren insanlar ne yapsın? Bir daha kim kime nasıl güvenecek, inanacak?
Daha binlercesini sıralayabiliriz. Peki, neden bu böyle? Problemin asıl kaynağı ve çözümü nedir?
Birçoğunuzun dediğini duyar gibiyim! Cahillik ve eğitimsizlik. Aynen öyle diyorum.
Çözüm; okumak, okumak, okumak, sonra anlamak ve anladığını yaşamak…
Şimdi diyeceksiniz ki koca koca üniversiteleri bitirmiş insanların neresi cahil?
“Kitap yüklü eşeklerden mi bahsediyorsunuz” derim.
Hayatın nasıl yaşanacağını, toplumun kokuşmuşluğunu, çürümüşlüğünü Nazım Hikmet ne güzel anlatmış;
Alçaklığın, hainliğin, ikiyüzlülüğün, puştluğun,
Kısacası cümle kokuşmuşluğun at oynattığı bir dönemde;
Yaşamdan zevk alabilmek ancak zayıfların bahtiyarlığıdır.
Esas olan sadece yaşamak değil,
İnsana yakışır şekilde ve onurlu yaşamaktır.
Teslim olmadan, boyun eğmeden, sürünmeden,
El etek öpmeden yaşamaktır...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.