
Ahmet Sandal
Örnek aldığım beş şair yazar ve üstad
Bir gariban Ahmet Sandal’ım. Şiir ve edebiyat yolunda fikir ve sanat yolunda ilerliyorum. Bu yolda beş Üstadım var. Bu yazıda sizlere üstadlarımı tanıtacağım.
1- HAZRETİ MEVLANA
1207 yılında Horasan’ın Belh şehrinde Dünya’ya geldi. Lakabı Celaleddin’dir. “Dostumuz ve Efendimiz” anlamındaki “Mevlana” unvanıdır. Anadolu’ya nisbetle “Rumi” şeklinde de adlandırılmaktadır. Babası Bahaaddin Veled, Sultan Alaaddin Keykubad’ın daveti üzerine Konya’ya yerleşmiştir. Mesnevi’leri ve kurmuş olduğu Mevlevi tarikatıyla bilinmektedir. Hazreti Mevlana’nın hayatında Konya’da Şemsi Tebrizi ile karşılaşması önemli bir yer tutar. Mevlana Şemsi Tebrizi ile karşılaştıktan sonra halkla tamamen alakasını kesmiş, medresedeki derslerini ve müridleri irşad işini bir yana bırakıp bütün zamanını Şems ile sohbet ederek geçirmeye başlamış, bu durum müridlerin şeyhlerini kendilerinden ayıran, kim olduğunu bilmedikleri Şems’e karşı kin beslemelerine sebep olmuştur. Gizemli kişi Şems, bir gün ortadan kaybolmuş ve hiçbir yerde bulunamamıştır. Bunun üzerine Mevlana’nın aşkla şiirler söylemeye başlamış ve gece gündüz hiç ara vermeden sema yapmıştır. Mevlana kamil manada alim, sufi ve şairlik özelliklerine sahip bir şahsiyettir. İlk tasavvufi eğitimini Babasından almıştır. Mevlana’daki dini ve tasavvufi düşüncenin kaynağı Kur’an ve Sünnet’tir. “Canım tenimde oldukça Kur’an’ın kölesiyim ben. Seçilmiş Muhammed’in (asm) yolunun toprağıyım” beytiyle bunu dile getirmiş, “Pergel gibiyim; bir ayağımla şeriat üstünde sağlamca durduğum halde öbür ayağımla yetmiş iki milleti dolaşıyorum” diyerek bir Müslüman olarak insanlığı kucaklayabildiğini belirtmiştir. Bu noktada aynen Hazreti Mevlana gibi düşünüyoruz.
2- YUNUS EMRE
Yunus Emre, Tapduk Emre isimli bir Mürşid’in yanında yetmiş bir derviştir. Yunus Emre’nin nerede ve ne zaman yaşadığı çok belirgin değildir. 1200’lü yıllarda Konya ve Eskişehir taraflarında yaşadığı sanılmaktadır. “Ete, kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm” sözü, bir şiirinde geçen “Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme, seni sigaya (hesaba) çeken bir Molla Kasım gelir” deyimi sırlı ve hikmetli olduğuna dair yüzlerce nişanesinden yalnızca iki örnektir. Yunus Emre 3000 şiir söylemiş, daha sonra Molla Kasım adlı bir zahid bunları şeriata aykırı bularak 1000 tanesini yakmış, 1000 tanesini suya atmış, kalan 1000 şiiri okurken, “seni hesaba çeken bir Molla Kasım gelir” beytine rastlayınca pişman olarak Yunus Emre’nin evliyalığına inanmıştır. Biz de Yunus Emre’nin veli ve derviş olduğuna inanıyor ve kendisini çok seviyoruz.
3- BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ
Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı Nurs köyünde 1878 yılında doğmuştur. 1960 yılında Şanlıurfa’da vefat etmiştir. Babası yörede sufi olarak tanınan Mirza, annesi Nuriye Hanım’dır. İlk öğrenimine kendi köyünde ağabeyi Abdullah’ın yanında başladı ve çevredeki medreselerde eğitimine devam etti. Tahsil hayatı onun zeki ve kabiliyetli bir öğrenci olduğunu gösterir. Konuları çok hızlı kavrayabildiği için hocaları kendisinin dersleri atlayarak takip etmesinden hoşlanmıyordu ve bu durum onun sık sık hoca değiştirmesine yol açıyordu. Sonunda Doğubayazıt’ta Şeyh Muhammed Celali’nin ders halkasına girerek 1892 yılında henüz on dört yaşında iken icâzet aldı. Kesintisiz eğitiminin sadece üç ay olduğu, diğerlerinin daha kısa sürdüğü kendi beyanından anlaşılmaktadır. Dönemin medreselerinde on beş yılda okunan 100’ü aşkın kitabı üç ay içinde mütalaa ettiğini bizzat kendisi kaydeder. Gençliğinden beri “Medresetüzzehra” adını verdiği ve darülfünun şeklinde tasarladığı bir medrese kurmayı düşünmüştür. Bediüzzaman Said Nursi “Risale-i Nar” adı verilen ve bir külliyatın müellifidir, yazarıdır. Sözler, Mektubat, Şualar, Barla Lahikası, Mesnevi-i Nuriye vb gibi adlardan oluşan külliyatta 30 civarında eser ve 60000 sayfalık bilgiler mevcuttur. Sözkonusu külliyattaki bilgiler, iman, ilim, irfan, akılcılık, itikat, tevhid, nübüvvet, haşir, ahiret ve ideal toplumsal hayat üzerinedir. Asrın sorunlarına ışık tutan Risale-i Nur külliyatı bize de ışık ve Nur vermektedir.
4- MEHMED AKİF ERSOY
1873 yılında İstanbul Fatih’te Sarıgüzel’de doğdu. Babası, küçük yaşta tahsil için Arnavutluk’un İpek kazası Şuşisa köyünden İstanbul’a gelmiş, “temiz” mânasına gelen adının önüne temizlik ve titizliği dolayısıyla ayrıca “Temiz” sıfatı eklenerek anılan, Fâtih Medresesi müderrislerinden Mehmed Tâhir Efendi, annesi aslen Buharalı olup Tokat’a yerleşmiş bir aileden Emine Şerîfe Hanım’dır. Kurtuluş Savaşı’nda Kuvayı Milliye tarafında yer alarak Ülkemizin istiklali için fiilen çaba ve çalışma göstermiştir. Aynı zamanda İstiklal Marşı şairimizdir. 1920 yılının son aylarında Erkân-ı Harbiyye Riyâseti’nin isteğiyle Maarif Vekâleti millî marş güftesi için bir yarışma açtı. Yarışmaya 700’den fazla şiir gelmesine rağmen nitelikli bir manzume bulunamayınca konulan maddî mükâfat sebebiyle yarışmaya katılmayan Mehmed Akif’in de bir marş yazması ısrarla istendi. Mükafat şartının kaldırılması üzerine Akif şiirini tamamlayarak teslim etti. Meclisin 12 Mart 1921 tarihli oturumunda okunan şiir ittifakla İstiklâl Marşı güftesi olarak kabul edildi. Mehmed Akif’in tüm şiirlerinin toplandığı Safahat isimli bir eseri mevcuttur. Ondan önce de, Osmanlı’nın son ve Cumhuriyetin il dönemlerinde Sırat-ı Müstakim ve Sebilürreşad dergilerini yayın hayatına geçirmiş, yazı ve edebiyat Dünyası’nda yol gösterici fikirleri bu iki dergi vasıtasıyla topluma sunmuştur. Ülkenin ve toplumun ilim ve teknoloji alanında gelişmesi için büyük çaba göstermiştir. Bir Avrupa seyahati dönüşünde Avrupa hakkında fikirlerini soranlara, “işleri var dinimiz gibi, işimiz var onların dini gibi” diyerek İslam’ın doğruluğa ve çalışmaya verdiği öneme işaret etmiştir. İlke ve ideallerinden asla taviz vermemiş, İstiklal Marşından kazandığı büyük parayı almamış ve yokluk içerisinde bir hayatın sonunda 1936 yılında vefat etmiştir. Biz de Müslüman Türk gençliği olarak inşallah İslami yol ve çizgiden asla taviz vermeden aynı Mehmed Akif gibi yaşayacağız.
5- NECİP FAZIL KISAKÜREK
1905 yılında İstanbul’da doğmuş ve yine aynı yerde 1983 yılında vefat etmiştir. Babası Mekteb-i Hukuk mezunu ve bazı memuriyetlerde bulunmuş Abdülbaki Fazıl Bey, annesi Mediha Hanım’dır. Baba tarafından Maraşlı olan Kısakürekoğulları ailesinin kökü Dulkadiroğlularına dayanmaktadır. 1921’de İstanbul Darülfünunu Felsefe Şubesi’ne yazıldı. Bu öğrenimini de tamamlayamadan kazandığı devlet bursu ile felsefe tahsili için Paris’e gitti. Fakat Paris’te de düzenli bir öğrenci olamadı, kısmen sanat çevrelerinde bulunduysa da kendini daha çok eğlenceye ve bohem hayatına verdi. Türkiye’ye dönüşünde İstanbul ve Anadolu’da bazı bankalarda memuriyet ve müfettişlik yaptı. Bir Fransız mektebinde, Ankara Devlet Konservatuvarı’nda, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde ve Robert Kolej’de çeşitli dersler okuttu. Bu arada felsefe öğrenciliğinden beri girmiş olduğu basın çevresini daha çekici ve eser vermeye daha uygun bir ortam olarak gördüğünden 1942’den itibaren memuriyetlerini bırakıp geçimini yazılarından ve yayıncılıktan sağlayamaya başladı. Son yıllarına kadar Büyük Doğu dergisinin ve Büyük Doğu yayınlarının sahibi ve yazarı olduğu gibi bazı günlük gazetelerde fıkra ve makaleleri de yayımlanmaktaydı. Evet, biraz önce de belirtiğimiz üzere, ilk gençlik ve orta yaşlılık yıllarında bohem (havai ve nefsani) hayatı yaşamış, hatta kumar ve benzeri kötü alışkanlıklara sahipken 1930’lı yılların ortasından itibaren İslami bir hayatı seçmiştir. Bu hayatı seçişinde Nakşibendi şeyhi Abdülhakim Arvasi karşılaşmasının ve O’nun (ra) sohbetlerinde yer almasının büyük etkisi vardır. “Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum? Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.” Bu şiirde hayatın gerçeğini 30 yaşından itibaren bulduğunu zaten sembolik bir şekilde (şiirsel olarak) belirtiyor. Hayatının büyük kısmı çile ve bazen de hapishanelerde fikir suçlusu olarak geçen Necip Fazıl Kısakürek, Ülkemizdeki inançlı ve mücahid bir gençlik ve yeni bir nesil oluşturulmasında büyük katkı ve ayrı bir değere sahiptir. Yaşadığı dönemin baskıcı, dinden uzak ve değerlerimize aykırı tüm dayatmalarına karşı durmuş bir şairdir. Biz de aynı yolu takip ederek değerlerimize ve özümüze aykırı tüm baskıya ve dayatmaya her daim çelik bir duvar gibi karşı duracağız.
Beş yıldızı, beş mütefekkiri sizlere bu yazımda tanıttık. Allah (cc) cümlesinden razı olsun. En sonda bir beyit halinde şöyle sesleniyorum.
“Beş Üstadım örnek oldular, bu şaire.
Hepsi de saf gönüllere derman ve çare.”
Vesselam…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.