
Adem Öztürk
LGS birincileri üzerine tartışmalar ve çocuklarımızın geleceği
Ülkemizde eğitim sistemi, 2025 yılı itibariyle yaklaşık 19 milyon öğrenci ve 1,2 milyon öğretmeni ile toplamda 20 milyonu aşan dev bir yapıya dönüşmüş durumdadır. Bu sayı, birçok ülkenin toplam nüfusundan fazladır. Eğitim sektörü, sadece sayıların ötesinde, bir milletin geleceğini belirleyen en stratejik alan olarak öne çıkmaktadır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında, 13 milyonluk nüfus içinde sadece 12 bin civarında öğretmen varken, bugün bu sayı neredeyse 100 kat artmış durumda. Eğitim ordumuz hem nicelik hem nitelik açısından ciddi mesafeler kat etti.
Toplumun eğitime bakışı da zamanla olumlu yönde evrildi. Eğitimin, huzurlu ve refah içinde bir yaşamın anahtarı olduğuna inanan bir topluma dönüştük. Özellikle ebeveynlerin çocuklarının eğitimi konusundaki ilgisi, devletin ve toplumun eğitim politikalarını şekillendiren temel unsur haline geldi.
Geçmişte anne babaların büyük çoğunluğu ilkokul veya ortaokul mezunuyken, artık LGS’ye giren 2011 doğumlu çocukların velilerinin büyük bir kısmı en az lise, çoğu da üniversite mezunu. Bu da çocuklarımızın hem akademik hem sosyal gelişiminde doğrudan etkili oluyor.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın son yıllarda çizdiği veli profili de bu değişimi yansıtıyor. Eskiden sadece öğretmene teslim edilen çocuk, şimdi ailesiyle birlikte tüm eğitim sürecinde aktif bir yolculuğa çıkıyor. Ebeveynler öğrenmeyi yeniden keşfediyor, çocuklarıyla birlikte gelişiyor.
2025 yılı LGS birincileri üzerine yapılan tartışmalarda ise bu sosyolojik değişim göz ardı ediliyor. Oysa artık sadece öğrencinin değil, öğretmenin, velinin ve okul çevresinin bir bütün olarak sınavlara hazırlandığı bir dönemdeyiz. Yarışma ve seçme esasına dayalı bu sınavlara hazırlık süreci, adeta profesyonel bir ekip çalışmasına dönüştü.
İlkokuldan itibaren başlayan sınav farkındalığı, öğrenci-veli-öğretmen uyumu, okul iklimi, çevresel destek unsurları ile birlikte sınava hazırlık sadece akademik değil psikolojik olarak da yönlendiriliyor. Bu da başarıyı kaçınılmaz kılıyor.
Bugün ülkemizde yaklaşık 400’e yakın proje ortaokulu, 14 bine yakın özel okul ve sayısı 1 milyonu geçen özel okul öğrencisi bulunuyor. Nitelikli eğitime erişim, geçmişe kıyasla gözle görülür biçimde artmış durumda.
Cumhuriyetin ilk kuşakları, yalın ayak köy enstitülerine ulaşmak için günlerce yürürken; şimdiki kuşak, dünya standartlarında donatılmış sınıflarda, teknoloji destekli bireysel eğitim alıyor. Evet, eğitim artık çocuklarımızın ayağına geliyor ve bu da büyük bir kazanım.
Türkiye, eğitim erişimi, okul donanımı, teknoloji altyapısı ve velinin sürece katılımı açısından dünyanın pek çok gelişmiş ülkesinin önünde yer alıyor. Bazı Avrupa ülkeleri, bizim ulaştığımız bu düzeyi henüz yakalayabilmiş değil.
Buna rağmen hâlâ sınav sonuçları üzerinden, soyut iddialar, ispat edilemeyen isnatlar üzerinden çocuklarımızı ve onların emeklerini gölgelemeye çalışan yaklaşımlar var. Oysa bu çocuklar:
• Çoğunluğu üniversite mezunu anne babaların çocuklarıdır.
• Kendilerini eğiten öğretmenler, dönemlerinin en seçkin sınavlarını kazanarak bu mesleğe adım atmış idealist bireylerdir.
• Teknolojiyi kullanma, bilgiye ulaşma ve gelişme imkanları geçmiş nesillere kıyasla çok daha üst düzeydedir.
• Sağlık, beslenme ve gelişim takipleri profesyonel düzeyde yapılmaktadır.
Kimse demiyor ki bu çocuklar daha zeki. Kimse demiyor ki her kuşak bir öncekinden üstün. Her yeni kuşak, daha fazla imkânla, daha fazla destekle yetişiyor.
Önceki nesiller üç-dört kardeş arasında paylaşırken imkânları, bugünkü çocuklar daha odaklı, daha bireysel ilgiyle büyüyor. Bu da doğrudan başarıyı etkiliyor.
Ancak biz yine de en kolayını seçiyoruz:
Yapamayınca iftira atıyoruz.
Becermeyince karalıyoruz.
Oysa umut dolu bir gelecek bizi bekliyor. Yapmamız gereken tek şey, gençlerimize güvenmek, onları desteklemek ve başarılarını takdir etmektir.
Yaslanın arkanıza… Milletimize ve gençlerimize güvenin…Çünkü bu gençlik, aydınlık bir geleceğin habercisidir. İnşallah!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.