Aleyna Erzurumlu

Aleyna Erzurumlu

Damlaya Sahip Çıkma Vakti

Ankara'da kış ortasında, alışık olmadığımız manzaralarla karşı karşıyayız. Barajlarımızdaki doluluk oranları endişe verici seviyelere inerken, Büyükşehir Belediyesi'nin su tasarrufu tedbirleri kapsamında uyguladığı kesintiler, sorunun ciddiyetini gözler önüne seriyor. Ancak bu durum, yalnızca bir altyapı sorunu değil, aynı zamanda hepimizi yakından ilgilendiren bir iklim ve yaşam tarzı krizidir.

Bu yıl, mevsim normallerinin çok uzağında bir kış yaşıyoruz. Beklenen kar ve yağmur yağışlarının yetersizliği, küresel ısınmanın ve iklim değişikliğinin etkilerini acı bir şekilde hissetmemize neden oluyor. Soğuk ve bereketli geçmesi gereken kış ayları, adeta bir sonbahar serinliğinde ilerliyor. Bu durum, su kaynaklarımızı besleyen doğal döngünün bozulduğunun ve doğanın bize bir ihtar gönderdiğinin en açık kanıtıdır.

Suyun kesilmesi gibi radikal tedbirler, bizlere suyun "sınırsız bir kaynak" olduğu yanılsamasından uyanmamız gerektiğini hatırlatıyor. Su, yaşamın en temel direğidir ve onun yokluğu, sadece musluklarımızdan akmaması anlamına gelmez; tarımdan sanayiye, ekosistemden sağlığa kadar tüm yaşam zincirimizin tehlikeye girmesidir.

Ankara'nın aldığı kesinti kararları can sıkıcı olsa da, aslında her birimize kendi hanelerimizde bir "su denetçisi" olma sorumluluğu yüklüyor. Unutmayalım ki, bu kuraklık sadece Ankara'nın ya da Türkiye'nin sorunu değil, tüm dünyanın karşı karşıya olduğu büyük bir meydan okumadır. Ancak yerel çözümlerle, yani hepimizin kendi evinde göstereceği bilinç ve dikkatle bu krizi en az hasarla atlatabiliriz.

Musluklardan suyun akışı durduğunda anladığımız o büyük gerçeği, su akarken unutmayalım: Su hayattır ve ona sahip çıkmak, sadece bugünü değil, çocuklarımızın geleceğini de güvence altına almaktır.

Su kesintilerinin duyurulmasıyla birlikte ne yazık ki klasik bir panik tablosuyla karşılaşıyoruz: Stokçuluk. İnsanların en ufak bir su kesintisi olasılığında bidon ve şişelerle marketlere hücum ederek su istiflemesi, suyun bir anda temel ihtiyaçtan çok ticari bir meta haline gelmesine yol açıyor.

Bu panik, anında bir fiyat artışı olarak kendini gösteriyor. Dışarıda satılan içme ve kullanma sularının fiyatları fahiş seviyelere çıkıyor. Bu durum, dar gelirli vatandaşların temel yaşam hakkı olan suya erişimini zorlaştırarak, krizin sosyal adalet boyutunu da gözler önüne seriyor.

Son olarak, çevre kirliliği genel su krizinin görünmez yüzüdür. Kontrolsüz sanayileşme, tarımsal kimyasallar ve katı atıklar, yağmur sularını ve yeraltı kaynaklarını kirleterek temiz su rezervlerini azaltıyor. Suyun bir yandan azalıp bir yandan kirlenmesi, doğal su döngümüzü kırarak gelecekteki su krizini daha da derinleştiriyor.

Ankara'daki su krizi, bizlere "Her damla hayattır" sözünün ne kadar derin bir anlam taşıdığını gösteriyor. Bencillik, panik ve bilinçsiz tüketim yerine; tasarruf, dayanışma ve farkındalıkla hareket etmeliyiz. Bugün tasarruf bilinciyle davranan her vatandaş, sadece kendi evini değil, tüm şehri ve gelecek nesillerin suyunu korumaktadır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Aleyna Erzurumlu Arşivi