İrfan Paksoy
Cumhuriyet nasıl ilan edildi? (1)
GİRİŞ…
Cumhuriyet’in İlanının 101. Yıldönümü münâsebetiyle kaleme alınan beş bölümden ibaret bu bu makale serisinde Cumhuriyetin nasıl ilan edildiği okuyucularla paylaşılacaktır. Bugünkü makalede Lozan Barış Antlaşması sonrası Gazi Mustafa Kemâl Paşa’nın yeni hedefleri, askeri zaferleri siyasi, ekonomik ve kültürel zaferlerle sürdürmek gerekliliği, devlet biçiminin ne olacağı, Gazi Paşa’nın zihninde belirgenleşen cumhuriyet ve bu bağlamda 27 Eylül 1923 tarihinde Viyana’da çıkan Neue Freire Presse gazetesinin muhabirine verdiği demeç ve bu demecin Ankara’ya yansımasından bahsedilmektedir.
LOZAN SONRASI…
Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra Ankara’da “Savaş bitti” diyorlardı. Her ne kadar cephedeki savaş görklü bir zaferle taçlanarak bitmiş ve ardından bu zaferin siyasî sonuçlarının tescil edildiği Lozan Barış Antlaşması imzalanmış ise de asırların ihmâli sonucu katmerleşen cehâlete, yoksulluk ve sair ekonomik ve sosyal sorunlar tüm vahâmetiyle toplumu ve yönetimi etkilemeye devam ediyordu. Elbette ki yeni savaş, mücâdele ve seferberlik, devleti güçlü, toplumu de eğitimli ve müreffeh kılmak için bahse konu alanlarda başlatılacaktı.
Gazi, amaçlarından birincisini elde etmişti. Türkiye’yi düşman işgâlinden kurtarmış; düşmanlarla kuşatılmış, dağınık ve parçalanmış bir devletten ileride dost olabilecek milletler tarafından tanınan bağımsız ve yekpâre bir devlet çıkartmıştı. Şimdi yapacağı iş için daha fazla bir şeyler gerekiyordu. Yurdunu kurtardıktan sonraki amacı ise yeni bir yurt ve toplum inşâ etmek olacaktı.
Asırlardır zamanın ruhundan kopmuş ve çağdaş gelişmelerden uzak kalmış ve bu nedenle de yenik çıktığı I. Dünya Savaşı sonrasında özgürlük ve bağımsızlığını kaybetmeye ramak kaldığı bir ortamda Gazi Paşa’nın önderliğinde yek vücut olan Türk milletinin, kazandığı bu büyük zafer sonrasında çağın gerekleri doğrultusunda dönüşmesi, fert ve toplum olarak hayatına yeni bir anlayışla devam etmesi gerekiyordu. Gazi Paşa’nın, Büyük Zafer sonrasındaki düşünceleri de bu gerekliliğe ilişkindi.
ASKERÎ ZAFERLERİ SİYASÎ, EKONOMİK VE KÜLTÜREL ZAFERLERLE SÜRDÜRMEK…
Gazi Paşa askerî zaferleri siyasî, ekonomik ve kültürel zaferlerle sürdürmek ve geliştirmek gerektiği düşüncesindeydi. Büyük Zafer sonrasındaki bu yeni savaş ise maddî değil, manevî silahlarla yapılacaktı. Fakat usül ve taktik bakımından diğerinden farklı değildi. Bu yeni savaş da önceki gibi, adım adım gerçekleştirecekti. Ancak, şimdi inisiyatif kendi elinde olduğu için, daha hızlı olacaktı. Şimdi vakit gelmişti. Türkiye, gelişiminin yeni bir dönemine giriyordu. İzleyeceği rota ne olacaktı? Kararı şuydu: Türkiye bir cumhuriyet olmalıdır. Şimdi bu kararını yerine getirmek için güçlü bir durumdaydı. Kazandığı askerî zafer ve şerefli bir barış (Lozan), etkisini ve saygınlığını yükseltmişti. Yeni Meclis ve hem kurucusu hem de başkanı olduğu yeni bir parti, ona yeni iktidar yolları açmıştı. Reformlara girişmek işi artık sadece bir taktik ve zaman sorunuydu.
OLAYLARIN YÖNÜ…
TBMM açıldığında (23.04.1920), bu yeni devletin adı da yoktu başkanı da yoktu. Yeni devletin başkanlığa ilişkin önemli işleri de Meclis Başkanı olan Mustafa Kemâl Paşa yerine getirmekteydi. Saltanat kaldırılınca (01.11.1922) “devlet biçiminin ne olacağı” üzerinde tartışmalar başlamıştı.
Millî egemenliği esas alan TBMM’nin yapısı, yeni devletin de nasıl bir devlet biçimine dönüşeceğini zaten göstermekteydi? Özellikle Meclis içindeki ve dışındaki muhafazakâr çevreler, Hâlifenin durumunu güçlendirerek onu bir çeşit “Devlet Başkanı” olarak göstermek istiyordu. Ancak, Devletin başı “Cumhurbaşkanı” olduğu takdirde, Saltanat yanlılarının istedikleri bu durum bir ölçüde önlenebilirdi. Zaten kurulduğundan beri yeni devletin yapısı Cumhuriyete benziyordu. Yapılması gereken, birkaç ayrıntıyı formülleştirmekti. Fakat pek çok aydın “cumhuriyet” kelimesinden ürküyordu. Bunlar millî egemenliğe sahip TBMM’nin başı olarak hep Hâlifeyi gö(ste)rmek istiyorlardı. Bunun ise “millî egemenlik” ilkesiyle bağdaşması kesinlikle mümkün değildi.
GAZİ’NİN ZİHNİNDE BELİRGİNLEŞEN CUMHURİYET…
Cumhuriyet düşüncesi, 1923 yazında Gazi’nin kafasında belirgin bir şekil almıştı. Bir tasarı hazırlayarak, gizlice, daha önceleri de Saltanatın kaldırılması ve bir takım anayasal konular hakkında kendisine danıştığı Adalet Bakanı Seyit Bey’e yolladı. Seyit Bey, tasarıyı ilke olarak yasama bakımından uygun buldu ve sadece bazı ayrıntıların düzeltilmesi için geri gönderdi. Sonra tasarı, Lozan Barış Antlaşması imzalanıncaya kadar bir yana bırakıldı.
GAZİ’NİN ERZURUM’DAYKEN SÖYLEDİKLERİ…
Devlet yönetimi olarak Gazi’nin, Cumhuriyet düşüncesi yeni değildi. Erzurum Kongresi sırasında Mustafa Kemâl Paşa, zihnindeki yönetim şeklini (Sabık Bitlis Valisi, Erzurum ve Sivas Kongresi delegelerinden) Mazhar Müfit (Kansu) Bey’e şu şekilde not ettirmişti: “Zaferden sonra hükümet şekli cumhuriyet olacaktır. Padişah ve hânedan hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır.”
NEUE FREIRE PRESSE GAZETESİNE VERİLEN DEMEÇ…
Gazi, 27 Eylül 1923 tarihinde Viyana’da çıkan Neue Freire Presse gazetesinin muhabirlerinden Hans Lazar’a verdiği demeçte niyetini dünyaya şu şekilde açıklamıştı: “Türk Devletinin, adından başka her şeyi ile bir Cumhuriyet olduğu, Anayasanın ilk maddesinde ‘egemenliğin millete ait olduğu’; ikinci maddesinde de ‘halkın sadece Büyük Millet Meclisi tarafından temsil edildiği’, bu iki cümlenin bir tek kelimeyle özetlenebileceği, bunun da ‘cumhuriyet’ olduğu, Türkiye’nin şimdiki gerçek şeklinin kısa zamanda kanunla onaylanacağı.”
DEMECİN ANKARA’YA YANSIMALARI…
Bu demeç, Ankara’da yıldırım etkisi yapmıştı. Zirâ “Cumhuriyet” kavramı hem geleneksel Müslüman Devlet anlayışıyla taban tabana zıttı hem de bu sözcük Türkçe bir konuşmada ilk kez telaffuz ediliyordu. Böyle bir değişiklik tehlikesi hem İstanbul basınında hem de henüz ciddî bir cumhuriyetçi hareketin gelişmemiş olduğu Meclis’te heyecan yarattı. Gazi bu konuda Meclis’te açık bir tartışmanın kötü sonuçlar vereceğini anlamıştı. Cumhuriyeti, muhalefet daha birleşmeye vakit bulmadan, başka yollardan ilan etmek gerekiyordu.
Not: Devam edecek
© 2024. Bu makalenin / yazının içeriğinin telif hakları yazarına ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereği kaynak gösterilerek yapılacak kısa alıntılar ve yararlanma dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.