İsmet TAŞ
Doğru ve yanlış haberi nasıl anlarız?
Kendimize çok basit bir soru soralım. Duyduğumuz veya okuduğumuz bir habere hemen inanır mıyız yoksa doğruluğunu araştırma gereğimi duyarız? Bu haber yazılı veya görsel basında olacağı gibi kişiler arasındaki iletişimde de olabilir.
Şöyle bir beyin fırtınası yapalım. Sosyal medyada veya gazete, dergi, makale, tv lerde ifade edilen bir haberi nasıl karşılarız?
Yine kendimize soralım; aklıselim davranıyor muyuz? Yani, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırıp kararlarımızı buna göre veriyor muyuz?
Yoksa duygularımıza, ihtiraslarımıza, egomuza göre mi ya da işimize geldiği gibi mi davranıyoruz? Sunulan bir haber veya yazılan yazı, istediğimiz gibi bir haberse harika bir haber, değilse, “tu-kaka” mı? Yani haberin doğruluğu yanlışlığı önemli değil, bizim istediğimiz şekilde olması mı önemli?
Yine soralım; bize bir haber geldiğinde veya okuduğumuzda, aklımızla mı hareket ediyoruz yoksa duygularımız aklımızın önüne geçip ona göre okuyup ona göre mi davranıyoruz?
Bu ve benzeri soruları çoğaltabiliriz. Ancak görünen o ki, haberin doğruluğunu veya yanlışlığını araştırmadan, zahmet edip sorgulamadan, hap gibi alıp yutuyoruz. Bu da bizi yanlış anlaşılmalara, yanlış yorumlara, yanlış davranışlara sürüklüyor. Bazen annemizi, babamızı veya aile fertlerini ya da en samimi, bize inanılmaz emekleri ve iyilikleri geçmiş insanları yalan haber neticesinde parça parça ediyoruz. Demiş mi, dememiş mi diye bile sorgulamıyoruz?
İnsanların beyanı yerine kendi inanmak istediklerimize inanıyor ona göre bir davranış modeli sergileyerek telafisi zor olaylar yaşıyoruz.
Çok sevdiğim güzel bir söz var; “doğru ayakkabısını bağlarken, yalan dünyayı iki kez dolaşırmış” Ve gerçekten öyle. Yalan, iftira, söylenilenleri araştırmadan inanma, bu güne kadar birçok ocağın sönmesine, birçok samimi arkadaşlıkların bitmesine veya geriye dönülmez olayların olmasına neden olmuştur. .
Cahil insanlar odur ki; kendisine gelen bir haberi, duyduğu bir sözü veya okuduğu bir metni, bir makaleyi araştırmadan, sorgulamadan, “acaba öylemi” sorusunu sormadan kişidir.
Bilginin kaynaklarından elbette en önemlisi aklıselimdir. Bunun yanı sıra, kitaplar, makaleler, dergiler, gazeteler, internet, raporlar, belgeler, tezler, arşivler ve uzman görüşleridir. Bize şu veya bu şekilde bir bilgi geldiğinde bunların hangisine müracaat ediyoruz? Hiçbirine ise, ya yalnız kalırız ya da kendi karanlığımız içinde kaybolur gideriz. Şayet duyduğumuz haber işimize geliyorsa, onu hemen alır o şahıs ve kişiler üzerinde tepiniriz. O kişi istediği kadar doğru değil, yalan haber, iftira diye çırpınsın hiçbir şey ifade etmez.
Başka bir unsur, şayet gelen yalan hatta iftira dolu haber hap gibi alıp yutuluyorsa, onu duyan da alan da yalan söylemeye veya iftira atmaya son derece meyilli, bir o kadar da tehlikelidir. Kendisi bol miktarda yalan söyleyip iftira attığı için başkasını da öyle bilir, öyle tanır.
Bilimsel iletişim metotlarında böyle bir anlayışa asla yer yoktur. Haber sorgulanır, araştırılır, aklıselimimizle hareket eder, bilgi dağırcımız da harmanlar, bu da yetmedi mümkünse şahsın bir zat kendisine sorulur sonra karar verilir.
Çok basit usullerle de haberin doğru veya yanlış olduğunuz anlarız. Mesela; haberi kim getirdi, kim söyledi veya yazdı? Güvenilir mi, yalan söyler mi, bu haberin gelme veya yazma maksadı nedir, ne olabilir? Ara bozmak, düşmanlık etmek, ortalığı karıştırmak, çamur veya iftira atmak olabilir mi? Bir haberi doğrulatmadan o habere inanmak veya yaymak bizi her zaman yanlış mecralara sürüklediği unutulmamalıdır.
Halk arasında çok güzel bir söz var: “Her duyduğuna inanma, her gördüğünün de yarısına inan”.
Çünkü çoğu kez hiçbir şey göründüğü gibi değildir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.