
Saliha Yazan
Faiz düşerse ne yükselir?
Türkiye’de faiz oranlarının düşmesi sadece bir ekonomik karar değil, aynı zamanda toplumun farklı kesimlerini doğrudan etkileyen sosyal bir dönüşümün başlangıcı.
Uzun bir süredir ekonominin en çok konuşulan başlıklarından biri faiz oranları. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın aldığı her faiz kararı, sadece yatırımcıları değil; kredi çeken vatandaşı, ev almak isteyen genci, üretim yapmaya çalışan sanayiciyi de yakından ilgilendiriyor.
Son dönemde açıklanan faiz indirimi, özellikle piyasalarda hareketlilik yaratırken, halk arasında da "Bu düşüş bize ne getirir?" sorusunu yeniden gündeme taşıdı.
Teoride faiz oranlarının düşmesi, yatırım ve üretimi teşvik eden, büyümeyi destekleyen bir politika. Faiz düşünce, bankalardan kredi çekmek daha cazip hale gelir, işletmeler yatırımlarını artırabilir, bireyler ev ya da araba alma hayallerini gerçeğe dönüştürmek için daha cesur adımlar atabilir.
Ancak bu tablo pratikte her zaman bu kadar parlak olmuyor. Çünkü faiz indiriminin etkisi, enflasyonla mücadeledeki kararlılıkla doğrudan bağlantılı. Eğer enflasyon yüksek seyretmeye devam ederse, düşen faizler halk için gerçek bir kazanca değil, sadece daha pahalı bir geleceğe kapı aralıyor.
Faiz oranlarının düşmesi aynı zamanda tasarruf sahipleri için bir endişe kaynağı. Bankaya yatırılan paranın getirisi azalınca, insanlar alternatif yatırım araçlarına yöneliyor. Bu da bazen dövize ya da altına olan talebi artırıyor, bazen de gayrimenkul gibi fiziki varlıklara yönelimi körüklüyor.
Diğer yandan, kredi faizlerinin düşmesiyle birlikte borçlanmak kolaylaşıyor. Ancak unutulmamalı ki, ucuz kredi, doğru kullanıldığında fırsat; bilinçsiz kullanıldığında ise uzun vadeli borç yükü.
Faiz düşünce ilk sevinmesi gereken kesim üretici olmalı. Üretim maliyetlerinin düşmesi, istihdamın artması ve yerli malının güçlenmesi için bu bir fırsat. Ancak bu sürecin sağlıklı işleyebilmesi için fiyat istikrarının sağlanması, finansal güven ortamının korunması şart.
Kısacası, faiz düşünce sadece oranlar değil; beklentiler, kararlar ve gelecek hayalleri de değişiyor. Önemli olan, bu değişimi yönetirken kısa vadeli kazanımlara değil, uzun vadeli dengeye odaklanabilmek. Çünkü ekonomik güven, sadece faizle değil; adaletle, şeffaflıkla ve öngörülebilirlikle kurulur. Ve bu denge sağlandığında, sadece faiz düşmez; umutlar da yükselir.
Yüksek faizle büyümenin, düşük faizle refahın sürdürülebilir olup olmadığını sadece rakamlarla değil, hayatlarımızla ölçüyoruz. Evimize giren ekmekten, çocuklarımızın eğitiminden, yaşlılarımızın ilaç parasından tasarruf edemediğimiz sürece faizin kaç puan düştüğü, kaç puan çıktığı çoğu zaman bize dokunmuyor.
Faiz kararları sadece piyasaları değil, pazardaki sebze fiyatını da etkiliyor. Artık ekonomiyi sadece ekonomik verilerle değil, insanca yaşama umuduyla değerlendirmek gerekli. Herkesin kazandığı, kimsenin gelecek kaygısıyla uyanmadığı bir Türkiye mümkün.
Ve bu denge, alınan her kararda, atılan her adımda yeniden kurulabilir. Yeter ki kararlar alınırken halkın sesi duyulsun. Yeter ki bu ülkenin alın teri, tabeladaki faiz oranından daha değerli görülsün.
Sağlıcakla kalın…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.