
Adem Öztürk
Kırşehir özelinde maden sahalarının yönetiminde popülist politikalarla mücadele…
Devletlerin yer altı ve yer üstü zenginliklerini kullanmaları en doğal haklarıdır. Bir ülkenin toprakları üzerinde ve altında bulunan kaynaklar, milletin ortak malıdır. Bu varlıklar aynı zamanda stratejik öneme sahiptir; kimi zaman rezerv olarak tutulur, kimi zaman ise aktif şekilde kullanılır. Buradaki temel amaç, geleceği planlamak ve kaynakları sürdürülebilir bir şekilde yönetmektir.
Ancak ülkemiz, jeopolitik konumu, ekonomik koşulları ve altyapı yetersizlikleri gibi nedenlerle madencilik politikalarında istikrarlı bir yapı sergileyememektedir. Yıllardır "petrol denizi üzerinde yaşadığımız" söylense de bu kaynaklardan yeterince faydalanamayız. Yine "Bor ve Toryum rezervlerinde dünya lideriyiz" denilse de, bunların devletimize ve milletimize somut etkilerini görmekte zorlanıyoruz.
Günümüzde en değerli yer altı kaynakları petrol, altın, bor, gümüş, bakır, kömür ve demir cevheridir. Ne yazık ki ülkemiz petrol ve türevleri bakımından sınırlı rezervlere sahiptir. Altın ve gümüş gibi değerli madenlerde de benzer bir durum söz konusudur.
Son dönemde altın madenciliği, yaşanan kazalar ve çevreci sivil toplum kuruluşlarının girişimleriyle gündeme gelmiştir. Erzincan İliç’te meydana gelen maden kazası bunun en acı örneklerinden biridir. Altın çıkarma teknikleri her ne kadar gelişmiş olsa da, bu süreçte su kullanımı oldukça yaygın ve fazladır. Bu nedenle, altın madenciliği bir devletin en son başvurması gereken rezerv kullanımı olmalıdır.
Yapılan araştırmalara göre, dünyada altın madeni kullanım amaçları şu şekilde dağılım göstermektedir:
Mücevherat (%46-50): Altının büyük bir kısmı takı ve süs eşyası yapımında kullanılmaktadır.
Yatırım (%20-25): Altın külçe, sikke veya finansal araçlar şeklinde yatırım amacıyla saklanmaktadır.
Merkez Bankaları ve Resmi Kurumlar (%15-17): Ülkelerin ekonomik istikrarını korumak için merkez bankalarında rezerv olarak tutulmaktadır.
Sanayi ve Teknoloji (%10-12): Elektronik cihazlar, dişçilik ve endüstriyel uygulamalarda kullanılmaktadır.
Bu oranlar yıllara ve kaynaklara göre değişiklik gösterebilir, ancak genel dağılım bu şekildedir. Bir devletin, doğayı ve su kaynaklarını yok etme pahasına yalnızca %10-12 oranında sanayi ve teknoloji için kullanılan bir maden uğruna büyük fedakârlık yapması mantıklı değildir. Kaldı ki, toplumun %88-90’lık kesimi bu madeni süs eşyası ve yatırım amacıyla kullanmaktadır. Bu durumda, doğayı, tarımı ve su kaynaklarını feda etmek ne kadar stratejik bir karar olabilir?
Örnek verecek olursak; Kırşehir bölgesinde verilen ruhsatlar ile arama çalışmalarına başlanan altın madenciliği faaliyetleri bölgenin kısıtlı su kaynaklarının tamamen yok olması tehlikesi ve kurak ve yeşil fakiri iç Anadolu bölgesinin telafisi mümkün olmayan zararlarla karşılaşmasına vesile olacaktır.
Benzer şekilde, ülkemizde mermer ocakları da büyük tepki çekmektedir. Özellikle Burdur-Isparta bölgesinde gökyüzünden çekilen fotoğraflar, dağların tıraş edilmesiyle oluşan çevresel tahribatı gözler önüne sermektedir. Bu tür faaliyetler, küresel kuraklığı hızlandırarak Anadolu’nun doğal dengesini bozmakta, güneyden gelen sert rüzgârların yağmura ve kara dönüşmesini engellemektedir.
Çevre ve doğa, çocuklarımızın bize emanetidir. Gelecek nesillerin hakkını gözeterek hareket etmek hepimizin sorumluluğudur. Nasıl bir ülke teslim aldık ve nasıl bir ülke bırakacağız sorusunu kendimize sormalıyız.
Saygılarımla…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.