İsmet TAŞ
04.17
Uykunun en tatlı olduğu, en ağır olduğu bir an. Etraf alabildiğine sessiz, sakin. Tek tük insan silüetleri, zifri bir karanlık. Hava buz gibi. Zaman zaman kar veya karla karışık yağmur yağıyor. Dışarıda durmak mümkün değil.
Ve saatler 04.17’yi gösterirken kulakları sağır eden bir ses ve yerle gök birleşircesine bir sarsıntı. Binalar beşik gibi sallanıyor. Ayakta kalanlar kalıyor, kalamayanlar ise yerle bir oluyor. Bir çoğuda yerin 5-10 metre altına giriyor.
7,7 büyüklüğünde olan, 65 saniye süren, birinci depremin 24 ncü saniyesinde olan enerji patlamasın, sanki hayatın son bulması, kıyametin kopması gibiydi. Sessizlik bir anda çığlıklara, bağırmalara, ağlamalara, yardım istemelere dönmüştü. Ortalık ana-baba günüydü. İnanılmaz bir can pazarı yaşanıyordu. Kimse ne yapacağını bilmiyor, şuursuzca sağ-sola koşuşturuyorlardı. Neredeyse ayakta kalan bina gözükmüyordu. Ya yıkılmıştı ya da yıkılmak üzereydi. İnsanlar çaresizce, annesini, babasını, eşini, çocuklarını veya akrabalarını kurtarmak için canla-başla uğraşıyorlar ama nafile. Soğuk, yağmur, zaman zaman tipi ve zifri karanlık, yapılacak her şeyi engelliyordu. Kimse kimseye yardım edecek durumda değildi. Herkes kendi derdi ile ilgileniyordu. Yapılacak veya yapılması gerekenler, insan gücünün çok ötesindeydi.
Gün aydınlanmaya başladığında korkunç gerçekle karşılaştılar. Yollar, sokaklar, ya birbirine karışmış ya yer değiştirmişti. Yardım çığlıkları ise kulakları sağır edercesine her tarafı inletiyordu. Çevre illerden yardım istenmeye çalışıyor ama çevre 11 ilin tamamıda aynı durumdaydı.
Devlet, sivil toplum örgütleri, gönüllü vatandaşlar deprem bölgelerine ulaşmaya çalışıyorlar ama sert hava koşulları ve yolların yer değiştirmiş olması bunu engelliyordu. Ne enkaz altında kalanların yardımına koşulabiliniyor ne de hayatta kalanlara yaralananlara yardım edilebiliniyordu.
Ve öğleden sonda yine 7.7 büyüklüğünde 45 saniye süren ikinci deprem. Ayakta kalan binaları da yıkıyor, yardımların gelmesini daha da zorlaşıyordu. Enkaz altında kalanların kurtarılma şansıda azalıyordu.
Türkiye tek vucüt, tek yürek, tek ses olmuştu. Herkes kendisini deprem bölgesine yardım için görevli görüyordu. İlerleyen günlerde yardımlar çığ gibi akmaya başladı ama elli binin üzerinde canımız gitmiş, yüz binin üzerinde yaralımız, onbirlerce bina yerle bir olmuştu.
Bir gece önce herşeyi olan, sabah hiçbirşeyi kalmamıştı.
Depremin altıncı gününde deprem bölgesine gittiğimizde, yaralı kurtulan bir dostumuzun uzun uzun anlattıklarından özet vermeye çalıştım. Gördüklerimizi kelimelere dökmek neredeyse imkansızdı. Bir insanın dayanması mümkün olmayan acılar nasıl anlatılabilirdi ki?
Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat depreminin üzerinden tam iki yıl geçti. Yaralar sarılmaya başlandı. Ancak öyle yaralar oluştu ki, sarılması imkansız. Gözünüzün önünde çığlıklar arasında vefat eden, çocuklarınızı, eşinizi, annenizi, babanızı, kardeşinizi nasıl unutur o yaraları nasıl sarabilirsiniz ki.
Allah bir daha böyle bir acı göstermesin inşallah.
Neden o kadar yıkım, neden o kadar ölüm, neden o kadar ihmal? Yeteri kadar araştırıldımı, soruşturuldumu, suçlular bulundumu, gereken cezalar verildi mi? Ve en önemlisi bir daha o acıların yaşanmaması için gereken tedbirler alındı mı?
Evet ağır cezalar caydırıcıdır. Doğru. Ama bir başka doğru daha var. Siz, bu acıların yaşanmasına neden olanlara her türlü cezayı verin, senelerce içeride yatırın, AHLAK yoksa, gelişmemişse, insanların yaşam tarzı haline gelmemişse, hiçbir şeyin değişmeyeceğinden emin olabilirsiniz.
Ailede başlayan eğitim, okulda devam eder. Peki biz çocuklarımıza yeteri kadar ahlaklı olmayı mı öğretiyoruz yoksa nasıl para kazanılacağını mı?
Deprem, yangın, sel felaketlerinden nasıl bir ders çıkartıyoruz? Veya toplum bir süre sonra yaşadıklarını veya yaşanılanları unutup eskiye mi dönüyor?
Sosyologlar, psikologlar, toplum bilimciler ve bütün ilgililer oturup felaketlerin unutulmaması, yaşanan acıların taze kalması için bir çalışma yapıp toplum üzerinde uyguladılar mı?
Tekrar edelim! Ahlaksızlık diz boyu olmasaydı, ahlaksız insanların bir kısmı, doğal afetlerde, evlerini, canlarını, malını, mülkünü kaybeden insanları soymaya, yağmalamaya gitmez, bunun içinde güvenlik tedbirleri alınmaz, olaylar unutulmazdı.
Bırakın 6 Şubat'ta olan asrın felaketini, daha dün gibi tazeliğini koruyan 78 kişinin öldüğü ölüm oteli unutulmaya yüz tutmadı mı?
O halde herşeyi bir köşeye bırakalım! Ahlaklı bir toplum olmamız için, en üst düzeyde çalışmalar yoğun bir şekilde yapılmalı. Canımızı yakan doğal afetlerin unutulmaması için bütün yollar denenmelidir.
Yanan, yıkılan, yok olan yerlerin bir kısmı olduğu gibi bırakılmalı ve sık sık bu yerler ziyaret edilmeli, ettirilmeli, hafızalardaki canlılığı korunmalıdır. Elbette onlarca çözümlerden sadece bir tanesi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.