
Adem Öztürk
Nicelikten niteliğe: Yükseköğrenimin dönüşümü
Üniversiteler yalnızca eğitim kurumları değil, aynı zamanda geleceğin tasarımcıları ve toplumsal kalkınmanın lokomotifi olmalıdır. Üniversitelerdeki bilim kürsüleri, özgür ve bağımsız araştırmalar yaparak medeniyetin gelişimine katkıda bulunur.
Tarih boyunca büyük buluşlar ve atılımlar, bilim insanları aracılığıyla gerçekleşmiştir. Türk-İslam çağında olduğu gibi Rönesans ve Reform dönemleriyle gelişen Batı toplumunun en önemli referans noktaları, özgür, bağımsız, araştırmacı ve köklü bilim kuruluşları olmuştur. Selçuklu Sultanı Melikşah ve veziri Nizâmülmülk, tarihte ilk kurumsal yüksek öğrenimi kuran ve özel olarak takip eden devlet adamlarıdır. O dönemdeki bu hassasiyet, günümüze ışık olacak büyük buluşları keşfeden bilim insanlarının yetişmesine ön ayak olmuştur. Yine Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'un fethi sonrası şehrin bilim ve ilim merkezi olması için kişisel ve devlet nazarında en üst düzeyde destek vererek kurumlar kurulmasını sağlamıştır. Enderun buna örnek bir kurumdur.
Ülkemiz, yirminci yüzyıl başından itibaren farklı bir strateji uygulayarak her ile bir üniversite kurulmasını sağlamış ve gençlerimizin yükseköğrenime daha hızlı ve etkin ulaşmasını istemiştir. Bu bağlamda YÖK verilerine göre; 2000'li yılların başında 74 üniversitede 1 milyon 419 bin öğrenci, 8.300'ü profesör olmak üzere 63 bin öğretim görevlisi ile eğitim-öğretim sunarken, 2025 yılında 200 üniversitede 8 milyon öğrenci, 36 bin 700 profesör olmak üzere 184 bin öğretim elemanı ile eğitim-öğretim verilmektedir. Buradan anlaşılacağı üzere, son yirmi beş yılda Cumhuriyet tarihinin en yüksek nicel değerine ulaşıldığı görülmektedir.
Yükseköğrenim kurumları, eğitimin belirli alanlarda uzmanlık eğitimi veren ve bu eğitim ile profesyonel hayata hazırlayan kurumlardır. Kısacası mesleki eğitim alanları hariç diğer eğitim kurumlarında geleceğe hazırlanmak esas olup, bu eğitimin sonunda para kazanmak ekonomik kazanç elde etmek temel amaç değildir.
Ülkelerin ekonomik lokomotifini yükseköğrenim kurumları oluşturur. Kaliteli, nitelikli iş gücü yetiştirme ve piyasanın ihtiyacını temin etme görevi mesleki ortaöğretim ve yükseköğrenimin sorumluluğundadır. Yüksek öğrenim kurumları özgür, özgün, global, dünya ile etkileşim halinde olan, dinamik, değişim ve gelişime açık eğitim kurumları olmalıdır. Alanları ile ilgili araştırmalar geliştirip projeler üretmeli, proje ve uygulamaların sonucunu toplum ile paylaşarak gelişimine katkı sağlamalıdır.
Ülkemiz, nicel olarak oldukça iyi bir duruma geldiği yükseköğrenim kurumlarında bundan sonraki en acil hedefi bu kurumların kalite kapasitelerini artırmak olmalıdır. Son yüzyılın ekonomi mucizesi olan devletleri incelediğimiz zaman, eğitim ve bilime verdikleri önemi görürüz. Ana lokomotifleri yükseköğrenim kurumlarıdır. Çin, Singapur, Malezya, Japonya gibi son 70 yılın mucizevi gelişim gösteren ülkelerinin ortak özelliği, nesillerin eğitimine verdikleri önem ve bu neslin kaliteli ve nitelikli eğitim almasını sağlamalarıdır.
Nitelikli nüfus, katma değeri yüksek ürünler üretimini sağlar. Ekonomik ekosistemde çalışanların ve üretenlerin niteliği, sistemin geleceği ve bugünü için çok önemlidir. 200 üniversite, 8 milyon öğrenci ve 200 bin akademisyen ile devasa bir bilim ordusu ortaya çıkmıştır. Orta düzey bir devlet nüfusuna denk olan bu değerin doğru kullanılması ve milletimizin geleceğine ışık olabilmeleri için üniversite rektörlerine çok büyük sorumluluk düşmektedir.
Üniversite rektörleri, kurumun özerk mevzuatı, uzmanlık alanları ve nitelikli öğretim elemanı gücü ile öğrenmeye açık öğrencilerinin ve iş dünyasının beklentilerini bir araya getirerek bulundukları il ve bölgenin itici gücü olabilmelidir. Kurdukları silikon vadileri, teknokent merkezleri, kuluçka üretim tesisleri ile ekonomi ve iş dünyasının AR-GE merkezi olabilmelidir. Savunma sanayi, sağlık, tarım gibi stratejik alanlarda bilim ve bilişimi entegre ederek tasarım ve inovasyonun öncüsü olmalıdırlar.
Avrupa ülkelerinde lisansüstü eğitim alan akademisyenlerin ülkemize dönüşü teşvik edilmeli ve onların bilgi ve birikimlerinden faydalanılmalıdır. Rektör ataması ya da görevlendirmesi yapılırken, görev süresi boyunca bölgenin ekonomik ekosistemine katkıları bir karne oluşturularak değerlendirilmeli ve rektörler bu karnelere göre atanmalıdır. Geleceğe yönelik stratejik hedef belirleyemeyen rektörlerin tekrar görevlendirme ve ataması yapılmamalıdır.
Bilim, geleceğin projeksiyonudur. Ne kadar güçlü aydınlatırsa, toplumun geleceği de o kadar aydınlık olacaktır. Ülkemizin zenginliği olan ve güçlü nicel yapıdaki yükseköğrenim kurumlarımızın, nitelikli olarak daha güçlü seviyeye gelebilmesi dileğiyle…
Saygılarımla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.